SETA > Yorum |
Yeni Türkiye'nin Burjuvazi Sorunu

Yeni Türkiye'nin Burjuvazi Sorunu

Hızlı sosyo-ekonomik kalkınma ve yapısal dönüşüm hedeflerine kilitlenen yeni Türkiye'nin güçlü, yerli, sivil, küresel anlamda rekabetçi ve siyasi oportunizm yapmayan bir burjuvaziye şiddetle ihtiyacı olduğu ortada.

Barrington Moore'un meşhur "No bourgeoisie, no democracy" ifadesinde, (geniş bir girişimci sınıf ve ona dayalı kitle partileri olmadan demokrasi kurumsallaşmaz), anlamını bulan iş dünyası-demokratik siyaset ilişkileri, yeni Türkiye'nin inşası sürecinde esaslı bir sorun olarak önümüzde duruyor.

Geçmişte birçok defa olduğu gibi yine TÜSİAD Başkanı'nın bir çıkışı vesilesiyle Türkiye siyasetinin devlet ve büyük sermaye arasındaki ilişkiler açısından yapısal bir uyum sorunu ile karşı karşıya olduğunu tespit etmek durumundayız. Bu uyum sorununun çok köklü tarihsel, ideolojik ve pragmatik temelleri bulunuyor.

Cumhuriyet tarihi boyunca TÜSİAD'ın kendisini yegâne temsilcisi olarak gördüğü büyük çaplı burjuvazinin siyasal tercihleri meselesi kritik bir sorunsal olma niteliğini korudu. TÜSİAD çevresinde kümelenen 'sanayinin kaptanları' son on yılda sağlanan makroekonomik istikrar ve yabancı yatırım akışından yararlanıp sermaye birikimlerini arttırdı. Buna rağmen temel siyasal ve sosyal politikalar konusunda rezervlerini korumaya devam ettiler. Anadolu'daki KOBİ sermayesini örgütleyip küresel piyasalarla buluşturan siyasetin dinamizminden rahatsız olmakla birlikte; ekonomideki orantısız güçlerine dayanarak bir tür 'barışçıl bir arada yaşama' stratejisini benimsediler.

TÜSİAD'IN MİSYONU

Ancak bu bilinçli strateji, darbe ve ekonomik kriz dönemleri de dâhil, pek çok kritik konjonktürde ülkenin kaderini belirlemeye alışan ve 'ben-idraki' sıradan bir sivil toplum kuruluşundan ziyade laik rejimin kurucu bir unsuruna yaklaşan TÜSİAD'ın elitist, buyurgan üslubunu terk ettiği anlamına gelmedi. Dolayısıyla muhafazakâr kodlara sahip siyasal iktidara bir noktaya kadar 'tahammül edip' ekonomik açıdan büyük kazanımlar elde eden patronlar, hassas siyasal dönemlerde ya da toplumun kimliğine ve değerlerine dair, milli eğitim politikası gibi, konularda ani çıkışlar yapmaktan asla geri durmadılar. Zira bunu varlık sebebi ve doğal bir misyon olarak algıladılar.

Gelinen noktada 'orta gelir tuzağı'nı aşma hedefine yönelik yapısal dönüşüm reformu hazırlayıp bilgi ekonomisi ve reel ekonomi odaklı bir sıçrama gerçekleştirmek isteyen siyasi otorite ile el ve kader birliği yapacak, stratejik işbirliğine girecek büyük çaplı girişimci sınıf eksikliği gün gibi ortada. Türkiye ekonomisi sayısal olarak KOBİ ağırlıklı bir ekonomi görülse de; enerji, finans, uluslararası sınai üretim ve AR-GE gibi kritik alanlardaki önemli yatırımlar belli sayıdaki büyük holding üzerinden yürüyor. Monopol ya da oligapol piyasa yapılarının çerçevelediği bu ilişkiler de sözü edilen ekonomik aktörlere Güney Kore'deki Chaebol'lere benzer yapısalsiyasi bir güç alanı sunuyor.

KARŞILIKLI GÜVENSİZLİK

AK Parti hükümetlerinin kültürel olarak muhafazakâr, ekonomik olarak kalkınmacı, dış politikada özerk ve iddialı vizyonu ile 'beyaz burjuvazi'nin kültürel olarak Batıcılaikçi, ekonomide küresel rekabetten zekice kaçan, dış politikada ABD-AB çizgisine bağımlı vizyonu birbirine zıt. Siyasi otorite ile büyük çaplı burjuvazi Türkiye'nin geleceğine, Türkiye toplumunun gelişim yönüne dair farklı hayaller kuruyor, farklı planlar yapıyor.

Soğuk savaş ve ithal ikamesi yıllarında devlet-destekli sermaye birikiminin tadını çıkaran, liberalleşme döneminde denetim açıklarından faydalanan 'beyaz burjuva' kesiminin çevreden merkeze yönelen AK Parti gibi hareketler nezdindeki kırık demokrasi karnesi de karşılıklı güvensizlikleri artırıyor. Hızlı sosyo-ekonomik kalkınma