FETÖ ile ilgili son iki haftalık süreçte hem Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) hem Anayasa Mahkemesi (AYM) emsal teşkil edecek çok önemli kararlar verdiler.
Bu kararlarla birlikte, FETÖ’cülerin savunmalarında geliştirdikleri geleceğe yönelik “taktikler”in de işe yaramayacağı ortaya çıkmış oldu.
FETÖ’cüler, özellikle AİHM ve AYM’nin vereceği kararlara yönelik, kendileri açısından olumlu bir beklenti oluşturmuşlardı. Oluşturulan bu beklenti ile de tutuklu örgüt üyelerinin çözülmeleri ve itirafçı olmalarını engellemek temel amaçtı.
Örgüt üyelerine, AİHM’in vereceği bir “hak ihlali kararı”nın devletin yürüttüğü mücadeleyi sekteye uğratacağı söyleniyordu.
AİHM’den çıkacak böyle bir kararın mahkemeler üzerinde baskı oluşturacağını umut ediyorlardı.
Ancak önce AİHM, ardından AYM’nin verdiği kararlar, bu ümitlerini suya düşürdü.
AİHM kararına konu olan husus, 15 Temmuz sonrası OHAL çerçevesinde KHK ile meslekten ihraç edilen FETÖ şüphelisi bir öğretmenin başvurusudur.
Söz konusu başvuruda, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin “adil yargılama hakkı” ve “ifade özgürlüğü” ile ilgili düzenlemelerinin ihlal edildiği başta olmak üzere, diğer birçok hakkın kısıtlandığına yönelik hususlar öne sürülmüştü.
AİHM ise söz konusu başvuruyu, Türkiye’de başvurulması gereken iç hukuk yollarının tüketilmediği gerekçesiyle reddetti.
Bu kararın en önemli tarafı şudur: AİHM, KHK ile kurulan OHAL İnceleme Komisyonu’nun denetimini, tüketilmesi gereken bir yol olarak kabul etmiştir.
Bunun anlamı ise FETÖ’cülerin “kamu görevinden ihraçlara karşı yargı yollarının kapalı olduğu” şeklindeki uluslararası çevrelere yönelik geliştirdikleri manipülasyonlarının bir karşılığının olmayacağıdır.
Çünkü bizzat yüksek mahkeme, komisyon kararlarına karşı idare mahkemelerine iptal davalarının açılabileceğine ve bu mahkeme kararlarının da AYM’ye götürülebileceğine işaret etmektedir.
Yani OHAL döneminde KHK ile yapılan işlemlerin bizzat meşruiyetini tasdik etmiştir.
Anayasa Mahkemesinin 21 Haziran’da verdiği karar da aslında AİHM’in kararının bir benzeridir.
FETÖ’nün darbe girişimine ilişkin TÜRKSAT davasının sivil sanıklarından Aydın Yavuz’un “kişi güvenliği ve hürriyet hakkının ihlal edildiği” gerekçesiyle yaptığı bireysel başvuru, AYM Genel Kurulunca reddedildi.
Bu karar, AYM’nin FETÖ ile ilgili bireysel başvurulara ilişkin verdiği ilk karar özelliği taşıması bakımından önemlidir.
İlgili kişi, başvurusunda, “tutuklama tedbirinin hukuki olmadığı”, “tutuklulukta makul sürenin aşıldığı”, “soruşturma dosyasına ulaşımın kısıtlandığı”, “tutukluluk incelemelerinin duruşmasız yapıldığı” gibi nedenlerle AYM’ye başvurmuştu.
AYM’nin gerekçeli kararı açıklanmasa da, bu kararın tüm FETÖ davalarına ilişkin bir yol haritası olacağından dolayı çok ayrıntılı bir gerekçenin ortaya çıkacağı biliniyor.
FETÖ’nün ayrıntılı yapısı, faaliyet gösterme şekli, ByLock’un delil olma durumu gibi hususlar, bu kararla birlikte ortaya konacağı için alt derece mahkemelerinin işi biraz daha kolaylaşacaktır. Bazı konularda daha hızlı karar verebileceklerdir.
FETÖ’cülerin bu tip argümanlarla başvurularında dayanak gösterdiği husus, genellikle Anayasa’nın “temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılması” başlıklı 13. Maddesiydi.
Ancak Anayasa’nın 15. Maddesinde düzenlenen “Temel hak ve hürriyetlerin kullanılmasının durdurulması” hükmüne ise fazla temas edilmiyordu.
Söz konusu maddede, olağanüstü hâl dönemlerinde temel hak ve hürriyetlerin durdurulması anayasal hüküm altına alınmıştır. Madde şu şekildedir: “Savaş, seferberlik, veya olağanüstü hâllerde, milletlerarası hukuktan doğan yükümlülükler ihlâl edilmemek kaydıyla, durumun gerektirdiği ölçüde temel hak ve hürriyetlerin kullanılması kısmen veya tamamen durdurulabilir veya bunlar için Anayasada öngörülen güvencelere aykırı tedbirler alınabilir”.
Dolayısıyla Anayasa Mahkemesinin gerekçeli kararının da bu maddeye dayandırılacağı kuvvetle muhtemeldir.
Sonuç olarak FETÖ ile mücadele ile ilgili tartışılan birçok husus yüksek mahkemelerin FETÖ aleyhine verdiği kararlarla netlik kazanmış oluyor.
[Türkiye, 22 Haziran 2017].