Son dönemde Türk dış politikasıyla beraber adından sıkça bahsedilmeye başlanan Türk savunma sanayii özellikle yurt dışındaki çevrelerin yakın takibi altındadır. Türkiye'nin güvenlik ve dış politikasındaki aktivizmiyle birlikte dikkat çekmeye başlayan Türk savunma sanayiindeki kapasite artışı birçok çevrenin tehdit değerlendirmesinin ilk sırasında yer almaktadır. Dağlık Karabağ'da Azerbaycan'ın Ermenistan karşısında oluşturduğu askeri kapasite üstünlüğü sonrasında Kanada'nın Türkiye'ye yönelik silah ihraç izinlerini askıya alma kararı bunun sadece küçük bir göstergesidir. Peki geldiği nokta itibarıyla Türkiye'nin savunma sanayii neden hedefe konulmaktadır?
Türk savunma sanayii iki açıdan tehdit olarak görülmektedir. Birincisi elbette savunma sanayiinde yaşanan ivmeyle birlikte Türkiye'nin son dönemde stratejik silah kapasitesinde güç artırımı sağlamış olmasıdır. İkincisi ise özellikle Batılı ülkelerin bir iktidar aracı olarak Türk savunma sanayiinin Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyaseten elini güçlendiren bir kaldıraç şeklinde değerlendirilmesidir. İlk maddeyi ele alırsak gerçekten de Türkiye'nin çok geniş bir coğrafyada askeri olarak yer almasını sağlayan ve bu sahalarda askeri teknoloji üstünlüğünü elinde tutmasına imkan tanıyan bir kapasitesi mevcuttur. Irak, Suriye, Libya ve Azerbaycan gibi alanlarda Türkiye'nin stratejik silahlarının kullanılması İngiltere savunma bakanının deyimiyle "oyun değiştirici" bir rol oynamasını sağlamıştır. Türkiye başta terörizm ile mücadele olmak üzere ihtiyaçlarını yerli üretim ile karşılamak ve ulusal güvenliğine yönelik asimetrik ve konvansiyonel tehditlere karşı caydırıcılığını artırmak için savunma sanayiine ciddi önem vermiştir.
Nitekim verilen bu önem sayesinde hem platform düzeyinde hem de alt bileşenler bağlamında bölgesel askeri teknoloji rekabetinde Türkiye'nin elinin güçlendiğini söylemek mümkündür. Zaten çatışma sahasında alınan neticeler bunu çok açık bir şekilde ortaya koymaktadır. Elde edilen başarıların bir diğer göstergesi ise birçok aktörün Türkiye'nin ürettiği silah sistemlerine talip olmasıdır. Böylelikle Türk savunma sanayii ekonomik değer anlamında da artık geçmişle mukayese edilemeyecek bir noktaya gelmiştir. Dolayısıyla Türkiye'nin silah sistemlerinde yerlilik oranını artırması, küresel silah pazarında kendine yer açmaya başlaması ve daha da önemlisi ürettiği silah sistemleri sayesinde çatışma bölgelerinde üstünlük kurabilen bir aktör konumuna gelmesi Türkiye'nin munis bir çevre ülke olarak kalmasını isteyen her aktörü rahatsız etmiştir.
İkinci husus ise birçok bölgesel ve küresel aktör savunma sanayii alanında Türkiye'nin elde ettiği kazanımlar ile Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın siyasi gücünü pekiştirdiğini düşünmektedir. Dolayısıyla Türkiye'nin dış politikada pozisyonunu kuvvetlendirdiği ve güçlü duruş sergilediği dönemlerde söz konusu ülkelerin eş zamanlı olarak Türk savunma sanayiine yönelik yaptırımlar uyguladıkları görülmektedir. Son yedi yıllık periyotta bunun birçok örneği mevcuttur. ABD ve Almanya başta olmak üzere bazı devletlerin silah ve ekipman tedariki noktasında Türkiye'ye uyguladıkları kısıtlamalar hem Türkiye'yi sınırlandırma girişimlerinin bir parçası hem de Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın bağımsız dış politika konusundaki ısrarını kırma çabasıdır. Zira bu aktörler nezdinde Türk savunma sanayii ve Cumhurbaşkanı Erdoğan, Türkiye'nin bağımsız ve otonom bir aktör oluşunun sembolleri olarak görülmektedir.
Elbette Türkiye'nin silahlanma stratejisini oluştururken daha planlı hareket etmesi ve küresel ölçekte güçlü bir savunma sanayiine sahip olması için atması gereken daha birçok adım bulunmaktadır. Bölgesel gelişmeler değerlendirildiğinde istikrarsızlık çemberinin ortasında yer alan Türkiye'nin yerli silah sistemlerine her zamankinden daha fazla ihtiyaç duyduğunu belirtmek gerekir. Türkiye'nin dış politikadaki otonomi mücadelesinde savunma sanayii özel bir konuma sahiptir ve uzun vadeli yatırımların artırılması durumunda askeri teknolojide yeni bir düzleme atlama imkanı oluşacaktır.varlığını sürdürürler.
[Sabah, 10 Ekim 2020].