Amerikan tarihinin ırk, din ve cinsiyet çeşitliliği açısından en "ilerici" kabinesini oluşturma hedefiyle göreve başlayan Başkan Biden'ın Trump yönetiminden hem sembolik hem de icraatta son derece farklı bir profil ortaya koyduğu ilk haftasını geride bıraktık. Beyaz, erkek, zengin ve Protestan kimliği ağır basan kabinesiyle Trump Washington'a savaş açarak işbaşı yapmıştı. Pentagon hariç birçok kurumun gücünü zayıflatan, üst düzey atamalar yapamayan ve politikalarını uygulama konusunda plansız bir şekilde göreve başlayan Trump ideolojik olarak da anti-Washington'ı temsil ediyordu.
Biden ise müesses nizamı geri getirmenin ötesinde "ilerici" vaatlerini yerine getirecek kabine isimleri ve planlarıyla hızlı bir giriş yaptı. Trump yönetimi birçok üst düzey siyasi atamayı yapmayarak kurumları zayıflatmasıyla övünürken Biden'ın 4 bine yakın siyasi atamanın binden fazlasını şimdiden yaptığını görüyoruz. Trump Washington'ı "bataklık" olarak tanımlayıp kurutma sözü vermişti. Biden ise federal hükümetin kurumsal kimliğini vurgulamakla kalmayıp hem kadrosu hem de politika planlarıyla müesses nizamın dönüşünde kararlı görünüyor.
Biden'ın kabine seçimlerinde partinin beklentilerini karşılayacak çeşitliliğin ötesinde kişisel olarak tanıdığı isimleri seçmesi dikkat çekiyor. Görüş ayrılıklarının çarpışmasından iyi kararlar çıkacağı varsayımından ziyade kendisiyle uyumlu çalışacak ve dünya görüşleri fazla çelişmeyen bir kadronun işbaşına geldiğini gözlemliyoruz. Biden'ın büyük bir ihtimalle tek dönem başkan olacağı için istediklerini vakit kaybetmeden uygulayacak uyumlu bir ekip kurması avantaj gibi görülebilir ancak işler iyi gitmediğinde başkana itiraz edebilecek isimler çıkacak mı? Kriz anlarında itiraz edecek figürlerin görüşleri ne kadar dikkate alınacak?
Trump'ın kendisiyle kamuoyu önünde çelişen ve birçok politikada istediğini yapmayan kabine üyelerine bir yere kadar tahammül ettiğini hatırlamak gerekiyor. Körfez krizinde Katar aleyhine tweet atan Trump'a karşın Dışişleri Bakanı Tillerson'ın Katar'ın teröre karşı mücadelede iş birliğini öven açıklamalarını buna örnek gösterebiliriz. Trump yönetiminin tutarsızlıklarının bir göstergesi olan bu gibi birçok durumu Biden yönetiminde görmek pek mümkün olmayacak. Ancak Biden yönetiminin iç tutarlılığının politika değişiklikleri gerektiğinde yeterince esneklik sağlamakta zorlanacağı da açık.
Biden'ın hem kabinesinde hem de dış politika ekibinde uzun zamandır tanıdığı ve kişisel ilişkisi olan isimleri tercih etmesi gözden kaçmıyor. Dışişleri Bakanı Blinken'in Biden'la uzun yıllardır birlikte çalışmış olması, Ulusal Güvenlik Danışmanı Jake Sullivan'ın profili daha düşük ancak Blinken'e yakın bir isim olması ve Savunma Bakanı Lloyd Austin'in de Biden'ın Irak'tan yakın tanıdığı biri olması buna örnek teşkil ediyor. Bu isimlerin geçmişte bu görevlerde bulunan isimlerden en önemli farkları ise "doktriner" isimler olmamaları. İsimleriyle özdeşleşen bir dış politika anlayışlarından ziyade adeta "görev adamı" profilleri öne çıkıyor. Bu durumda bahsi geçenlerin Biden'ın dış politikasını etkin uygulayabilecek yetkinlikte ancak Biden'dan bağımsız pozisyon almayacak isimler olduklarını söylemek mümkün.
Türkiye'yle ilgili meselelerde de konularına hakim isimler var önümüzde. Ancak bu isimlerin şimdiye kadar Türkiye'yle ilgili açıklamalarının ton ve detayına baktığımızda Ankara'nın politikalarına haklılık payı veren ve NATO müttefikiyle bir şekilde birlikte çalışmak isteyen bir irade öne çıkmıyor. 15 Temmuz sonrasında Biden'la Türkiye'yi ziyaret edip hasar gören TBMM'yi de ziyaret eden Blinken'in 2017'de Trump'a YPG'yi silahlandırmaları gerektiğini salık verdiğini biliyoruz.
Senatodaki onay oturumunda Türkiye'nin Rusya'dan S-400 alması konusunda "Kabul edilemez" diyen Blinken'in tonu da Kongredeki anti-Türkiye havanın tatmin edilmesine yönelik göründü. Aynı oturumda farazi bir ifade de olsa Türkiye'ye "sözde" bir müttefik şeklinde referans vermesi Türkiye'yle ilgili ton hakkında bir ipucu veriyordu. Sullivan'ın da Avrupalı meslektaşlarıyla yaptığı bir görüşme sonrasındaki açıklamasında Türkiye'yi Avrupa'yla üzerinde çalışmaları gereken "ortak endişe" meselesi olarak Çin'le birlikte anması benzer negatif tonun bir örneği oldu.
Şimdilik retorik ve ton olarak Türkiye'ye mesafeli ve soğuk bir dil kullandığı görülen dış politika ekibinin YPG, S-400, FETÖ, Doğu Akdeniz, Libya vb. somut politika meselelerinde nihai olarak Biden'ın politikalarını uygulayacaklarını ve retoriğin öneminin sınırlı olacağını söyleyebiliriz. Ancak Türk-Amerikan ilişkilerindeki sorunlu alanların yönetilmesinde bu tonun yapıcı bir işlev görmeyeceği aşikar. Türkiye, çıkarlarını ve itirazlarını görmezden gelen Obama ve yaptırımlar yoluyla cezalandırma yoluna giden Trump yönetimleriyle karşı karşıya gelmekten kaçınmayarak ulusal çıkarlarını savunmuştur. Biden yönetimi de benzer politikalar izler ve dışlayıcı ifadeler kullanırsa ikili ilişkilerdeki sorunlu alanların yapıcı bir diyalogla aşılması daha da zorlaşacaktır.
[Sabah, 30 Ocak 2021].