1973 Petrol Krizi sonrasında ithal enerji kaynaklarına bağımlı olan ülkelerin enerji arz güvenliklerini artırmak adına yöneldiği yenilenebilir enerji kaynakları, 2000’li yıllar itibarıyla küresel ısınma ve iklim değişikliğiyle mücadele kapsamında daha da önem kazandı. Günümüzde artan enerji talebinin de neticesinde biyokütle ve hidroelektrik gibi geleneksel yenilenebilir kaynakların yanına rüzgar ve güneş enerjisi, jeotermal enerji, dalga enerjisi ve biyoyakıtlar eklendi. Yenilenebilir enerji portföyü çeşitlendi.
Coğrafi koşullarla doğrudan ilgili yenilenebilir enerji, genellikle yüksek potansiyelin bulunduğu ülkelerde siyasi vizyonun ve ekonomik koşulların elverişli olması durumunda yüksek yatırım alırken az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerde ise geri planda kalabiliyor.
Gelişmekte olan ülkeler arasında yer alan Türkiye de bilhassa 2000’li yılların başından bu yana yenilenebilir enerji konusunda ciddi mesai harcayan ülkelerden biridir. Türkiye, yenilenebilir kaynaklara yönelerek bir yandan ithal enerji kaynaklarına bağımlılığını azaltmaya ve enerji arz güvenliğini artırmaya diğer yandan tarafı olduğu Birleşmiş Milletler (BM) İklim Değişikliği Çerçeve Sözleşmesi ve Paris İklim Anlaşması’nın gerekliliklerini yerine getirerek sera gazı salımını azaltmaya çalışıyor. 2053’te net sıfır emisyon hedefi, elektrik enerjisi sektörünün yanı sıra ulaşım ve ısıtma gibi enerji yoğun diğer sektörlerin de karbonsuzlaşmasını gerekli kılarken Türkiye’nin elektrikli otomobil ve hidrojen enerjisi gibi alanlardaki çalışmalarıyla hedefini gerçekleştirmek üzere kararlılıkla hareket ettiği görülüyor.
Yenilenebilir kurulu gücünde, teknolojisinde ve enerji üretiminde gelişim
Dünya geneline benzer şekilde Türkiye, yenilenebilir enerji alanındaki çalışmalarını, elverişli coğrafi koşullarını değerlendirerek hidroelektrik santrali yatırımlarıyla başlattı.
Uzun yıllar Türkiye'nin yenilenebilir kurulu gücü yalnızca hidroelektrik santrallerinden (HES) oluşurken jeotermal enerjiye dayalı santraller, 1980’lerin ortasına doğru kurulu güce eklendi. Rüzgar enerjisi, elektrik üretimine 1998 yılı itibarıyla katkı sunmaya başlarken yenilenebilir kaynaklar, elektrik enerjisi kurulu gücü içinde 2000’lerden sonra önemli yer edindi. 2002 yılında 12.278 megavat olan yenilenebilir enerjiye dayalı elektrik enerjisi kurulu gücü, 2012 yılında 22.180 megavata, 2022 yılı sonunda ise 56.393 megavata ulaştı. Söz konusu kapasiteyle Avrupa’nın en büyük 5. yenilenebilir kurulu gücüne sahip olan Türkiye, jeotermal kurulu gücünde dünyada 4'üncü, Avrupa’da birinci, hidroelektrik kurulu gücünde dünyada 8'inci, Avrupa’da ikinci, rüzgar ve güneş kurulu güçlerinde ise dünyada sırasıyla 12'nci ve 16'ncı, Avrupa’da da 7'nci sırada yer alıyor.
Yenilenebilir enerjiden elektrik üretimini artırmaya çalışırken yeni bir dışa bağımlılık alanının önlenmesi adına Türkiye, yenilenebilir enerji teknolojilerine de yatırım yapıyor. Yenilenebilir Enerji Kaynakları Destekleme Mekanizması (YEKDEM) ve Yenilenebilir Enerji Kaynak Alanları (YEKA) kanunlarının da katkısıyla özellikle rüzgar ve güneş enerjisi sistemleri ekipmanlarının üretimi konusunda yoğun çalışmalar yürütüldü. Çalışmalar sonucu bugün Türkiye, güneş paneli üretiminde kapasite bakımından Avrupa’da birinci, dünyada 4'üncü, rüzgar türbini ekipmanında ise Avrupa’da 5'inci büyük üretici konumundadır. Türkiye, bu sayede bir yandan yerli teknoloji geliştirirken diğer yandan istihdam alanı oluşturuyor, öte yandan da "know-how" gelişiminin sürdürülebilirliğini sağlıyor.
Yenilenebilir enerji alanında artan kurulu güç, Türkiye’nin elektrik enerjisi üretimindeki artan payıyla da kendisini hissettiriyor. 2002 yılında toplam elektrik enerjisi üretiminin yüzde 26,2’si yenilenebilir kaynaklı iken 2012 yılında yüzde 27’si, 2022 yılında ise yüzde 42’si yenilenebilir kaynaklıdır. Her ne kadar mevsimsellikle doğrudan ilgili olsa da yenilenebilir kaynaklardan elektrik üretimi, son 20 yılda yüzde 60’tan fazla artış kaydederek Türkiye’nin enerji arz güvenliğini artırmanın yanı sıra enerji kaynaklı ithalat giderlerinin azalmasında da etkili oluyor.
Yerli otomobil
Yeşil dönüşüm ve düşük karbonlu ekonomi modellerinin gerektirdiği şekilde elektrik enerjisi sektöründe yenilenebilir kurulu gücünü artırarak emisyon azaltma yolunda ilerleyen Türkiye, karbon salımının en fazla gerçekleştiği bir diğer sektör olan ulaşım alanında da çalışmalar yapıyor. Toplu ulaşımda kullanılan ve fosil yakıtla çalışan otobüs, midibüs, tren gibi taşıtlar, bugün çok sayıda büyükşehir ve ilçe belediyesi tarafından elektrikli versiyonlarıyla ikame edilmeye çalışılıyor.
Bunun yanı sıra uzun yıllardır projelendirilen ancak bir türlü hayata geçirilemeyen yerli otomobil girişiminin elektrikli motora sahip olacak şekilde yeniden tasarlanıp hayata geçirilmesi, oldukça dikkat çekicidir. "Türkiye'nin Otomobili Girişim Grubu (TOGG)" adı verilen yerli otomobil, benzin, motorin ve sıvılaştırılmış petrol gazı gibi akaryakıt türleriyle çalışan araçlara kıyasla seyir esnasında karbon salımı gerçekleştirmeyerek ulaşım sektöründe karbon salımının azaltılmasına katkı sunuyor. Çevre kirliliğinin azaltılmasının yanı sıra yine akaryakıtla çalışan otomobillere kıyasla daha sessiz çalışan TOGG’un gürültü kirliliği seviyesinin düşürülmesine katkı sunduğu da açıktır. 2030 yılına dek 1 milyon adetlik üretim hedefleyen TOGG, kara yollarındaki mevcudiyetinin artmasıyla uzun vadede ulaşım kaynaklı çevre sorunlarının giderilmesinde önemli rol oynayacaktır.
Depolama ve hidrojen yatırımları
Yenilenebilir kaynaklardan maksimum fayda sağlamanın yanı sıra elektrikli araç üretiminin olmazsa olmazı batarya/depolama sistemleri, geleceğin teknolojileri arasında yer alıyor. Bu durum Türkiye gibi hem yüksek yenilenebilir enerji potansiyeline sahip hem de kendi elektrikli otomobilini üreten bir ülke için üzerinde önemle durulması gereken konuların arasında.
Milli Enerji ve Maden Politikası’nın öngördüğü şekilde madenlerden ve nadir toprak elementlerinden mümkün olan en yüksek düzeyde faydanın sağlanması, Türkiye’nin hedefleri arasında yer alırken ilgili madenlerin depolama ve batarya teknolojilerinde kullanılması, dışa bağımlılığın azaltılması adına da son derece önemlidir. TOGG’un üretiminde kullanılacak lityum bataryanın da ülke sınırları içinde üretilmesi için Bursa’da Çin merkezli bir firmayla fabrika kuruldu ancak ASELSAN’ın da aralarında bulunduğu bazı özel sektör paydaşlarının da lityum pil üretimi çalışmaları yürüttüğünü belirtmek gerekir.
Elektrik üretimi ve ulaşımın ardından en fazla karbon salımının gerçekleştiği diğer sektörler olan sanayi ve konut ısıtma, doğal gaz ve kömür gereksinimleriyle dışa bağımlılığın sürmesine katkı sunarken hidrojen, günümüzde doğal gaz ve kömüre alternatif olarak öne çıkıyor.
Elde edildiği kaynağa göre farklı renklerle adlandırılan hidrojenin çevresel etkilerinin en aza indirilmiş türü yeşil hidrojenken yenilenebilir enerji kaynaklarından üretilen elektrikle elde edilen bu hidrojen çeşidi, bugün çok sayıda ülkenin yanı sıra Türkiye’nin de net sıfır hedefi doğrultusunda gündeminde yer alıyor. Hatırı sayılır yenilenebilir enerji potansiyeliyle elektrik üretirken diğer yandan elde edilen elektrikle hidrojen üretilmesi, yüksek maliyetine karşılık mümkün. Yapılan çalışmalar, Türkiye’nin dünyanın önemli yeşil hidrojen üretim potansiyeline sahip ülkelerinden biri olduğuna işaret ediyor. Enerji Piyasası Düzenleme Kurumu (EPDK) tarafından sağlanan araştırma ve geliştirme (AR-GE) destekleri ile 2019 yılından bu yana yeşil hidrojen üretimine yönelik projeler hayata geçiriliyor. Bunun yanı sıra Konya’da kurulan Temiz Enerji, İklim Değişikliği ve Sürdürülebilirlik Araştırma Enstitüsü ve Temiz Enerji Teknolojileri Merkezi, yeşil hidrojen konusunda AR-GE faaliyetleri yürütürken yerli ve yabancı 16 paydaşın yer aldığı Güney Marmara Hidrojen Kıyısı Platformu ise "Türkiye’nin ilk yeşil hidrojen vadisi" sıfatıyla hidrojenin hem üretilmesi hem de depolanması konusunda çalışıyor.
Görüldüğü üzere Türkiye, yenilenebilir enerjinin yalnızca elektrik üretiminde değil teknolojilerinin geliştirilmesinde ve sürdürülebilirliğinin sağlanmasında da önemli çalışmalar gerçekleştiriyor. Türkiye, bir yandan dışa bağımlılığını azaltırken diğer yandan 2053’te net sıfır emisyon hedefine ulaşabilmek için yoğun çaba gösteriyor. Bu sayede önümüzdeki yıllarda da Türkiye’nin yenilenebilir enerji alanında hem Avrupa’da hem de dünyada önemli ülkelerden biri olmayı sürdüreceği tahmin edilebilir.
[AA, 6 Ekim 2023]