Türkiye’nin uluslararası öneminin katlanarak artmasının işaretlerinden birisi de ülkedeki yabancı “freelance” (serbest) gazeteci enflasyonunun artmasıdır. Ana akım uluslararası medyanın Türkiye’deki varlığı artarken, dünyanın dört bir yanından serbest gazeteciler ve gazeteci olmak isteyen boş gençler de Türkiye’ye akın ediyor. Bu sayede Türkiye hakkında serbest gazetecilerin yazdığı yazılar da tezvirat da artıyor.
Tamam, “bırakınız yazsınlar, bırakınız geçsinler”... Herkesin kendi müktesebatı ölçüsünde kalem oynatma veya yoğunlukla olduğu gibi saçmalama hakkı var. Kaldı ki evrensel etik kuralları çerçevesinde yapılan serbest gazeteciliğin de doldurduğu önemli bir boşluk var. Fakat bazen kişisel nefret, siyasi pozisyon ve cahil ukalalığı bu yazılara o kadar siniyor ki bu yazıların arka planını irdelemek vacip oluyor.
İNGİLİZ GAZETECİDEN SERBEST ATIŞ
Sadece bir tanesini örnek vereyim. Suud finansörlüğünün amiral gemilerinden olan Aş-Şark’ul-Avsat’ta 30 Ekim’de yayımlanan bir yazı tam bir facia. Yazarı İstanbul’da yaşayan serbest bir İngiliz gazeteci. 29 Ekim’e dair bütün dünya Marmaray’ı konuşurken yazar, Taksim’deki eylemi 29 Ekim gündeminin ve dünyanın merkezine koymuş. Marmaray’a da “lütfen” bir cümlenin yarısında yer vermiş. Hadi diyelim ki bu kendi tercihi, tamam “bırakınız yazsınlar...”. Ya“demokratikleşme paketinin polise eylem yapma riski gördüğü insanları gözaltına alma hakkı verdiği” şeklindeki cahilane iddiasına ne demeli? Farkında olmadan iki farklı konudan aynılarmış gibi bahsettiğine mi yanalım, yoksa “bazı kadrolu” gazetecilerin ürettiği gözaltı asparagasını yaydığına mı yanalım?
Burada yabancı serbest gazetecilere de kadrolu gazetecilere de matuf birkaç sorunun altını çizmemiz lazım.
Birincisi, yukarıdaki gibi tezviratı satın alacak bir yabancı medya kuruluşu mutlaka bulunuyor. Talep var, yazıların alıcısı hazır. Hükümet karşıtı herhangi bir yazı, Batı’da ve Ortadoğu’nun statükocu mecralarında prim yapıyor. Serbest gazeteciler, bazı medya kuruluşlarının kendi editoryal pozisyonlarını “sahadan” başkalarının kalemiyle güçlendirmek için kullandığı ucuz bir yöntem. Bu yöntem sadece Türkiye’de değil, birçok ülkede de aktif bir şekilde kullanılıyor. AK Parti-İslamcılık ilişkisi kur, gidip bir Gezici’yle konuş, yazın hayal edemeyeceğin kadar önemli bir mecrada yayınlansın...
TAKSİM'E SIKIŞAN GAZETECİLİK
İkincisi, bir serbest gazetecinin örneğin İstanbul’da yaşıyor olmasına gereğinden fazla önem atfediliyor. Oysa ülkemizdeki serbest gazetecilerin çoğu, Cihangir-Tarlabaşı-Etiler ekseninde küçük bir dünyada yaşıyor. Özellikle Gezi olaylarıyla birlikte Taksim’e sıkışmış bir gazetecilik var ki bu sıkışmışlık yazılardaki tarafgirliği ve güçlü siyasi pozisyonu açıklıyor.
Üçüncüsü, sosyalleştikleri çevre büyük ölçüde Türkiye’de sadece bir cenahtan insanlar. Bunun pratik sebepleri var. İktidar karşıtı kitle, yabancı gazeteciler üzerinden mesajlarını dünyaya duyurma ve Gezi olaylarındaki garabet gibi sıklıkla da Türkiye’yi şikâyet etme peşinde. Yabancı gazetecilerle sosyalleşmeye can atmalarını kısmen buna bağlayabiliriz. Diğer taraftan Batılılar için önemli olan “gece sosyalleşmesi” (diğer bir deyişle içki arkadaşlığı- drinking buddy) de yabancı gazetecilerin muhafazakâr cenah yerine muhalif cenahla yakınlaşmasına sebep oluyor. Türkiye’yi bir cenah üzerinden anlamaya çalışmaları da doğal olarak yazılarındaki “ana muhalefet” bazen de “radikal sol” çizgisine güçlü bir şekilde yansıyor.
Bütün bunlara Türkiye siyasi tarihi ve kültürü konusundaki cehalet ve bazen de art niyet eklenince karşımıza gazetecilik ve aktivizm arasında sıkışmış siyasi bildiriler çıkıyor. İşini hakkıyla yapmaya çalışanlar yok değil, “asıl vazifesini” serbest gazetecilik kisvesi altında yürütenler de olduğu gibi...
[Akşam, 01 Kasım 2013]