Suriye ile ilgili geçen haftadan beri önemli gelişmeler yaşanıyor. Önce Beşar Esad “Suriye’nin Türkiye ile ilişkilerini geliştirmeyi amaçlayan tüm girişimlere açık olduğu” mesajını verdi.
Ertesi gün bu konuda kendisine yöneltilen soruya cevaben Cumhurbaşkanı Erdoğan “(diplomatik ilişkilerin) Kurulmaması için hiçbir sebep yok. Yani biz Suriye'yle bu ilişkileri geliştirmekte geçmişte nasıl birlikteysek yine aynı şekilde birlikte hareket ederiz. Suriye'nin de iç işlerine karışmak gibi bir derdimiz, bir hedefimiz asla olamaz” şeklinde yanıt verdi.
Kayseri’de Suriyeli bir kişinin akrabası olan küçük bir çocuğa yönelik aşağılık istismar saldırısıyla beraber Suriye ve Suriyelilerle ilgili konu oldukça farklı bir boyuta dönüştü. Olayın duyulduğu gece Kayseri’de Suriyelilerin ev, araç ve dükkanlarına yönelik saldırılar yapıldı. Farklı bazı şehirlerde de benzeri saldırı girişimlerinde bulunulurken emniyet güçleri olayları büyümeden kontrol altına aldı.
Fakat bu kez Suriye’de Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde provokatif saldırılar yapılmaya başlandı. Türk bayrağına, Türk güvenlik güçlerine ve Türk plakalı araçlara yapılan saldırıların neyi amaçladığı ve kimler tarafından desteklendiği açık. Türkiye’nin Suriye’den çıkmasını isteyen bütün taraflar önceki gün yaşanan gelişmeleri ellerini ovuşturarak izliyor.
Gerek Türkiye’de gerek Suriye’deki operasyon bölgelerinde yaşanan son gelişmeler, bize sürecin ne kadar kırılgan ve provokasyonlara açık olduğunu bir kez daha gösterdi. Dolayısıyla Suriye’deki operasyon bölgelerinde ve Türkiye’de sürecin kontrol dışına çıkmasına fırsat verilmemesi ve etkili politikalar üretilerek kararlı adımlar atılması çok daha önemli hale geldi.
Normalleşmenin Anlamı
Yazının başlığındaki soruya net bir yanıt vermek kolay değil. Yanıt her şeyden önce normalleşmeden ne anladığımıza bağlı olarak değişiyor. Eğer normalleşmeden kastedilen, Türkiye-Suriye ilişkilerindeki 2000-2010 dönemindeki yüksek tempolu yakın ilişkilerse, bunun kısa vadede mümkün olmadığı kesin.
Hatta bu 10 yıllık sürecin ne kadar “normal” olduğu da tartışmalı. İkili ilişkiler açısından bakıldığında bu 10 yılın normal değil; daha çok “istisna” olduğu söylenebilir. Zira öncesindeki ve sonrasındaki dönem dikkate alınırsa, Türkiye ve Suriye ilişkilerini daha ziyade gergin veya çok da yakın olmayan ilişkiler olarak tarif etmek mümkün.
Normalleşmeden kastedilen, ikili ilişkilerde sorunlu alanların minimize edilmesi ve ortaya çıkardığı maliyetin düşürülmesiyse, bunun imkânsız değil; fakat çok zor olduğunu peşinen kabul etmek gerekiyor.
Bazıları, Esad ile doğrudan ilişki kurulunca her şeyin normalleşeceğini ve bütün sorunların ortadan kalkacağını sanıyor. Bu kişilerin göz ardı ettiği şey, ne Esad 2010’daki devlet otoritesine sahip, ne Suriye’de saha koşulları 2010’daki gibi, ne de 6 milyonu ülke dışında 6 milyonu ise ülke içinde yerinden edilen 12 milyon Suriyeli Esad yönetimine güveniyor. Dolayısıyla Esad yönetimiyle doğrudan görüşmeler yapılınca hiçbir şey hemen normalleşmeyeceği gibi hiçbir sorun da kendiliğinden ortadan kalkmayacak. Bunun için bütün tarafların samimi ve istekli olması ve ciddi bir çaba harcaması gerekiyor.
Türkiye Açısından Normalleşmenin Limitleri
Türkiye’nin de dahil olduğu bölge ülkelerinin kendi aralarındaki gerginlikleri bir kenara bırakıp, yeni iletişim kanalları oluşturarak (veya eskilerini canlandırarak) ilişkilerde pozitif gündemi öne çıkarma süreci, genel olarak normalleşme olarak adlandırılıyor. Türkiye, bu süreçte Birleşik Arap Emirlikleri, (Gazze saldırısını başlatana kadar) İsrail, Suudi Arabistan, Mısır ve Yunanistan gibi ülkelerle ikili ilişkilerinde yeni bir sayfa açtı.
Ancak Esad yönetimi ile normalleşme konusu, bu ülkelerle ilişkilerin geliştirilmesinden oldukça farklı ve ciddi limitlere sahip. Türkiye açısından Suriye ile normalleşmenin anlamını üç boyutta özetlemek mümkün: Terörle mücadele, Suriye topraklarında devlet otoritesinin ve asgari düzeyde insani yaşam koşullarının oluşturulması ve Suriyelilerin güvenli geri dönüşünün sağlanması.
Eğer 24 Ağustos 2016’da Fırat Kalkanı Harekatıyla başlayan operasyonlar serisi olmasaydı, Türkiye’nin Suriye’yle olan 911 kilometrelik sınırının neredeyse tamamı PKK/YPG’nin daha önceleri İran ve rejim, 2014 sonrasındaysa ABD (zaman zaman da Rusya) desteğiyle oluşturmaya çalıştığı garnizon devletin kontrolünde olacaktı. Bu operasyonlar, Irak sınırından Akdeniz’e uzanan terör koridorunu sekteye uğratsa da Amerikan desteğini arkasına alan PKK/YPG varlığı hâlâ Türkiye için ciddi bir tehdit.
Dolayısıyla bu riskin minimize edilmesi, nihayetindeyse tamamen ortadan kaldırılması Türkiye için temel öncelik olmaya devam ediyor. Suriye ile ilişkilerin normalleşmesi, bu yönüyle terörle mücadelenin desteklenmesi veya terörle mücadeleye gerek kalmayacak şekilde bir ortam oluşması anlamına geliyor.
İkinci olarak Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunduğu, her bölgesinde devlet otoritesinin sağlandığı ve asgari insani yaşam koşullarının oluştuğu bir ortam Türkiye için temel önceliklerden birisi. Bunlardan özellikle üçüncüsü, ülke içinde yerinden edilmiş 6 milyon Suriyelinin yerlerine dönmesi ve ülke dışına çıkanların da gönüllü bir şekilde dönmeyi planlaması için gerekli bir husus.
Türkiye’de geçici koruma statüsü altındaki Suriyelilerin güvenli, gönüllü ve onurlu bir şekilde geri dönüşlerinin sağlanması Suriye ile normalleşmenin kritik bir boyutu. Bu noktada ikinci önceliğin gerçekleştirildiği bir ortamda Şam rejimiyle (Birleşmiş Milletler ve ilgili üçüncü tarafların iş birliğinde) yürütülecek müzakereler üzerinden etkili bir geri dönüş programının hayata geçirilmesi teorik açıdan mümkün. Pratik açıdan bakıldığındaysa geri dönüşün gerçekleştirilmesi için ne Suriye’deki saha koşulları buna uygun, ne de rejim böylesi bir sürece istekli.
Kaldı ki Esad yönetimi normalleşme sürecine ve geri dönüşlere istekli olsa bile bunu uygulama kapasitesine sahip değil. Bu noktada PKK/YPG’ye verilen ABD desteğini bir engel olarak sıklıkla vurguluyor olsak da İran ve Rusya’nın bu süreçte hiç de yapıcı olmadığı unutulmamalı.
Türkiye’nin Ara Çözümleri
Bütün bu nedenlerle Esad yönetimiyle doğrudan diyalog kurulsa da kurulmasa da Türkiye bu aşamada kendi geliştirdiği ara çözümleri uyguluyor. Terörle mücadele ve Suriye’nin toprak bütünlüğünün korunması açısından bazen kapsamlı bazen düşük yoğunluklu ama kesintisiz bir mücadele yürütülüyor. PKK/YPG üst ve orta düzey sözde yöneticilerinin etkisiz hale getirilmesi artık rutin bir prosedür haline geldi. Konjonktür uygun olursa yeni kapsamlı operasyonların gerçekleştirildiğini görebiliriz.
Suriyeli muhaliflerle birlikte çalışılarak operasyon bölgelerinde yaşamın olabildiğince normalleştirilmesi çalışmaları da sürdürülüyor. 2016 sonrasında gerçekleştirilen çalışmalar neticesinde 670 bin Suriyelinin Türkiye’den gönüllü ve güvenli geri dönüşleri sağlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kabine toplantısında ifade ettiği gibi, Katar’ın verdiği destekle 1 milyon kişinin daha geri dönmesi planlanıyor.
Öte yandan hafızalarda yer etmese de İdlib’te yaşayan 4 milyona yakın Suriyeli önemli bir sorun. Bu kişilerin Türkiye’ye veya operasyon bölgelerine göç akını başlatmamasındaki en önemli etken, Türk askerinin bölgedeki caydırıcı askeri varlığı. Dolayısıyla Türkiye’nin operasyon bölgelerinde ve İdlib’te asker bulundurması bir keyfiyet değil, zaruriyet. Türkiye’yi bundan vaz geçirmek için içeride ve dışarıda gerçekleştirilen provokasyonlar ve baskılar eğer başarılı olursa, çok daha büyük maliyetlerle karşılaşılması kaçınılmaz olur.
Türkiye’nin uygulamaya soktuğu bu ara çözümler, Suriye krizinin nihai ve kapsamlı bir çözüme ulaşmasını sağlamaktan uzak. Bununla beraber bu ara çözümler Türkiye üzerindeki maliyeti azaltmaya yönelik hayati nitelikteki adımlar.
Kötümser olmak iyi bir şey değildir ancak ufukta Suriye krizinin kapsamlı çözümüne yönelik bir perspektif görünmüyor. Bu nedenle Esad ile diyalog kurulması veya Suriye ile ilişkilerin normalleşmesine çok büyük anlamlar yüklememek gerekiyor. Türkiye için bir yandan kapsamlı çözüm için girişimlerde bulunulmaya devam edilmesi, diğer yandan ara çözümlere yönelik etkili yeni adımlar atılması kısa vadede en rasyonel alternatif gibi gözüküyor.
[Haber 7, 3 Temmuz 2024]