Bir süredir dikkatimiz Türkiye iç politikasında. Bunun başlıca nedeni Türkiye siyasetinin başat aktörü AK Parti'de bir genel başkan değişimi yaşanacak olması.
Ne mutlu bize ki, iktidar partisindeki bu değişim süreci sancısız ilerliyor. Allah korusun, bu süreç muhalefet partilerinden aşina olduğumuz "iç kavgalar"la gölgelenseydi bunun ülkeye maliyeti ağır olurdu.
Bu makul ve maliyetsiz geçiş sürecine rağmen, geçen haftadan bu yana neden bu noktaya gelindiğini, bundan sonra neler olabileceğini, yeni genel başkanın, dolayısıyla Başbakan'ın kim olacağını, yeni kabineyi, parti üst yönetiminde ne oranda bir değişim yaşanacağını vs. konuşuyoruz.
Öyle görünüyor ki bu gündem 22 Mayıs'a kadar bizi meşgul edecek. Ne var ki Türkiye'nin temel meseleleri kendi mecrasında ilerliyor.
Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı meydan okumalar aşılmayı, sahip olduğu imkânlar ise kullanılmayı bekliyor.
Etrafımızdaki ateş sönmüyor, harlandıkça harlanıyor. Bölgemiz ağır siyasi, ekonomik ve insani krizlerle sarsılıyor. Bulunduğumuz coğrafyada bölge aktörlerinin kabulleneceği bir düzen kurulamıyor. Türkiye bu ortamda ilişkilerini zenginleştirmek, gerek bölgenin sahici aktörleriyle gerek küresel aktörlerle ihtilaflarını aşmaya çalışmak ve kendi kaygılarını, tezlerini anlatmak durumunda.
***
Salı günü SETA olarak Washington DC'de üç oturumluk bir toplantı organize ettik. Toplantının ana teması, Türk- Amerikan ilişkilerinin geleceğiydi. Her bir oturumda sorun alanlarının aşılması, işbirliği imkânlarının geliştirilmesi için neler yapılabileceği tartışıldı.
Tartışmalarda öne çıkan hususlara geçmeden önce bir gözlemimi paylaşmak istiyorum. Oturumlar sırasında Amerikalıların Türkiye iç siyasetine yönelik, daha öncesine benzer, zaman zaman maksadı aşan, abartılı ilgisi ile karşılaşmadık. Dahası Türkiye iç siyaseti ile ilgili tek bir soruyla bile karşılaşmadık.
Epeydir hasretini çektiğimiz şekliyle Türk- ABD ilişkileri, kendi mecrasında tartışıldı. Bunun için olmazsa olmaz şartlardan biri, iki aktörün de birbirinin gerçeklerini esas alması gerektiği. Bekleneceği üzere, iki ülke ilişkilerinin başlıca ihtilaf unsuru Suriye krizi toplantılarda üzerinde en fazla durulan konu oldu. ABD'nin PYD/ YPG ile ilgili tutumu sadece bizim tarafımızdan değil toplantıya katılan birçok ABD'li uzman tarafından da eleştirildi.
ABD'nin PYD/ YPG'ye verdiği desteğin bölgenin demografik ve sosyolojik gerçeklerine aykırı olduğu ve sürdürülemeyeceği vurgulandı.
PYD/ YPG'nin kendi gerçekliğini ve kapasitesini "medya savaşları"yla abartılı şekilde sunduğu ve Obama yönetiminin buna kandığı ifade edildi.
Obama yönetiminin bütün itirazlara ve olan bitene rağmen PYD/ YPG'nin PKK'nın uzantısı olduğu gerçeğini inkâr etmesi sorunsallaştırıldı.
Zaten bir süredir ikili görüşmelerde vurgulanan bu "saçma taktik" Washington'da açık açık yerden yere vurulmaya başlanmış durumda.
Umalım giderek yükselen bu eleştiriler siyaset halini alır ve günden güne derinleşen Suriye krizinde Türkiye'nin tezleri hayata geçebilir.
[Sabah, 12 Mayıs 2016].