SETA > Yorum |
Nükleer Müzakerelerin Bir Geleceği Var mı

Nükleer Müzakerelerin Bir Geleceği Var mı?

Eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani döneminden farklı olarak yeni İran yönetiminin konuyu çok daha katı bir noktadan müzakere edeceği öngörülüyor.

AB yetkilileri, İran'da haziranda gerçekleşen cumhurbaşkanlığı seçimleri sürecinde kesintiye uğrayan Viyana'daki nükleer müzakerelerin 29 Kasım'dan itibaren devam edeceğini açıkladı. Bu açıklama öncesinde İran tarafından gelen pek çok kafa karıştırıcı söylem, müzakerelerin geleceğine dair olumsuz senaryoları akıllara getirdi. Yine Tahran’ın müzakereler konusunda aceleci olmayan ve karşı tarafa sürekli şartlar dikte eden tavrı, ABD tarafının sabrını zorlamaya başladı. Washington yönetimi, Tahran'ın anlaşmaya dönmeye niyetinin olmadığı ve hatta nükleer bomba üretmeye yönelik bir çaba içerisinde olduğu kuşkusunu taşıyordu.

Yaptırımların yeniden uygulandığı süreçte İran’ın kendisine nükleer anlaşma dışında çıkış yolları aradığı ve bu doğrultuda Doğu'ya yöneldiği görüldü. Aslında İran’ın seçeneklerini çeşitlendirmesi, 2018 yılında ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesiyle yaşadığı kaybın bir benzerini yaşamamak için yaptığı rasyonel bir hamle.

Muhafazakar isimler devrede

Müzakerelerin durduğu süreçte İran cephesinde önemli değişiklikler yaşandı. Muhafazakar din adamı ve Yargı Erki Başkanı İbrahim Reisi, İran'ın yeni cumhurbaşkanı seçildi. Yeni Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan da Başmüzakereci Abbas Arakçi'yi görevden alarak yerine Ali Bakıri Keni’yi görevlendirdi. Dini lider Ali Hamaney’e yakın muhafazakar bir diplomat olan Bakıri Keni, eski Cumhurbaşkanı Mahmud Ahmedinejad dönemindeki nükleer görüşmelerde de İran'ın başmüzakerecisiydi. Bu değişiklikle birlikte eski Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani döneminden farklı olarak yeni İran yönetiminin konuyu çok daha katı bir noktadan müzakere edeceği öngörülüyor.
Viyana'da başlayan nükleer müzakerelerde İran, ABD ile doğrudan görüşmeyi kabul etmediği için P4+1 ülkeleriyle görüşmekteydi. Bu ülkeler arasında İngiltere, Almanya ve Fransa'nın pozisyonu en başından beri ticari çıkarlar gereği İran ile bir anlaşma yapılması gerektiği şeklindeydi.
Eski Dışişleri Bakanı Cevad Zarif ekibinin yürüttüğü müzakere süreci ve 2015 yılındaki anlaşmanın İran'ın çıkarlarını garanti etmediği, muhafazakar kesimlerce sık dillendirilen bir husus. Eski ABD Başkanı Donald Trump’ın 2018’de nükleer anlaşmadan çekilmesi de muhafazakarların argümanlarını güçlendiriyor. Reisi yönetiminin, ABD’nin bir daha anlaşmadan çekilme seçeneğinin olmayacağı bir anlaşmayı garanti etmeye çalışması bekleniyor. İran tarafının en çok üzerinde durduğu husus ve sürekli tekrarladığı talep şüphesiz ABD tarafından uygulanan tüm yaptırımların kaldırılması. Avrupa ülkeleri ve ABD ise İran’ın zenginleştirilmiş uranyum stoku ve uranyum zenginleştirme oranlarını esas problem olarak görüyor. İran’ın bir an önce 2015 yılındaki anlaşma uyarınca söz konusu miktarları azaltması isteniyor.

Tarafların pozisyonları

Viyana'da başlayan nükleer müzakerelerde İran, ABD ile doğrudan görüşmeyi kabul etmediği için P4+1 ülkeleriyle görüşmekteydi. Bu ülkeler arasında İngiltere, Almanya ve Fransa'nın pozisyonu en başından beri ticari çıkarlar gereği İran ile bir anlaşma yapılması gerektiği şeklindeydi. Trump'ın anlaşmadan çekilmesine karşı çıkan ve ABD’siz anlaşmayı yürütmeye çalışan da yine bu ülkeler oldu. Ancak bu ülkeler, ABD'nin uyguladığı yaptırımlardan kaynaklanan zararı telafi etme yönünde yeterli performans ortaya koyamadı. Bu durum ise İran'ın anlaşma kapsamındaki yükümlülüklerini tedricen azaltmasına sebep oldu. Yeni süreçte söz konusu ülkeler, tarafları diplomasi masası etrafında bir araya getirmek istiyor.

Rusya ve Çin de İran'a anlaşma şartlarına dönmesi adına telkinde bulunuyor. Çin bu hususta İran ile aynı anlayışa sahip olduğunu deklare etti. Aynı doğrultuda, İran Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan’ın ekim ayındaki Moskova ziyaretinde ve Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin ile İran Cumhurbaşkanı İbrahim Reisi arasında 16 Kasım’da gerçekleşen telefon görüşmesinde de nükleer müzakereler konuşuldu. İran’ın müzakereleri ciddiye aldığı ve bu konuda istekli olduğu ifade edildi. Bu anlamda İran, Rusya ve Çin birbirlerine paralel bir politika benimsiyor. Müzakerelerin yeniden başlaması öncesinde Ali Bakıri Keni ayrıca Fransa, İngiltere ve İspanya’da da temaslarda bulundu. Bakıri’nin gerçekleştirdiği görüşmeler, müzakereler öncesi bir ön görüşme niteliği taşıyor.

Öte yandan nükleer müzakerelere ve muhtemel bir nükleer anlaşmaya karşı çıkan aktörler de var. Bu aktörlerin başında İsrail geliyor. İsrail, İran’ın nükleer programının barışçıl olmadığını iddia ediyor ve uluslararası kamuoyunu da buna ikna etmeye çalışıyor. Nisan ayında İsrail’in İran’daki bir nükleer tesise saldırı düzenlediği bizzat İranlı yetkililer tarafından ifade edildi. Kasım başında da İsrailli yetkililer İran’ın nükleer programını hedef alan bir saldırı planlarının bulunduğunu ve çalışmalarını da bu yönde hızlandırdıklarını açıkladı. Yeniden başlayacak olan müzakere sürecinde bir anlaşmaya varılmaması için İsrail’in diplomatik araçlarını devreye sokması yüksek ihtimal. Bunun yanı sıra İran ile gerginliği tırmandırarak da İsrail’in müzakere sürecini baltalamaya çalışması beklenebilir.

İran'ın alternatif çıkış yolları

Yaptırımların yeniden uygulandığı süreçte İran’ın kendisine nükleer anlaşma dışında çıkış yolları aradığı ve bu doğrultuda Doğu'ya yöneldiği görüldü. Aslında İran’ın seçeneklerini çeşitlendirmesi, 2018 yılında ABD’nin nükleer anlaşmadan çekilmesiyle yaşadığı kaybın bir benzerini yaşamamak için yaptığı rasyonel bir hamle. İran'ın tüm diplomatik sermayesini nükleer müzakerelere endekslemeyeceği malum. Dışişleri Bakanı Hüseyin Emir Abdullahiyan, birçok defa İran’ın rotasını komşularına ve Doğu'ya çevrildiğini ifade etti. Çin ile yapılan ve 25 yıllık sürede 400 milyar dolarlık Çin yatırımını öngören çerçeve anlaşma [1] ile İran'ın Şanghay İşbirliği Örgütü'ne (ŞİÖ) katılımı bu durumun somut çıktıları arasında. Abdullahiyan en son Moskova ziyaretinde, İran'ın Kafkasya politikasının Rusya ile uyumundan bahsetti. Halihazırda Suriye'de Rusya ile beraber çalışan İran'ın Kafkasya'da da Rusya’nın gücünden faydalanmak istemesini de aynı sürecin bir sonucu olarak değerlendirmek gerekir. Burada dikkati çeken husus, Çin ile yapılan anlaşma gibi hamlelerin Reisi yönetimini öncelediğidir. Dolayısıyla İran’ın Batı'dan duyduğu hayal kırıklığı sonucu yönünü Doğu'ya çevirmesi, süreklilik arz eden bir devlet politikasına dönüşmüş durumda.

İran’ın bölgede yürüttüğü diplomasi

Reisi döneminde İran’ın, Suudi Arabistan ve BAE gibi uzun yıllardır problem yaşadığı iki ülkeyle ilişkilerini normalleştirmeye çalışması da dikkat çekiyor. Önceki yıllara göre İran’ın bölgesel nüfuzunda gözle görülür bir kayıp yaşanırken, İran’ın kendi çevresinden başlamak üzere çatışma ve beraberinde getireceği maliyetleri göze alamadığı için bir detente (yumuşama) sürecine girdiği görülüyor. Azerbaycan ile son aylarda yaşanan gerginliğin diplomatik yollarla çözülmesini de tartışmalı Irak seçimleriyle ilgili Devrim Muhafızları Ordusu Kudüs Gücü Komutanı İsmail Kaani’nin "Irak’taki tüm taraflar seçim sonuçlarını saygıyla kabul etmelidir" açıklamasını da aynı şekilde değerlendirmeli.

Sonuç olarak, Viyana’da nükleer müzakereler yeniden başlayacak ancak 2013-2015 dönemindeki görüşmelerden farklı olarak bu kez İran tarafı tüm umutlarını bu müzakerelere bağlamayacak. İran’ın taviz ve uzlaşma konularında daha katı olacağı kesin. Lakin komşularıyla ilişkilerini iyileştirme, Rusya ve Çin gibi ABD’ye rakip büyük güçlerle ittifakını pekiştirme gibi yollar üzerinden yaptırımların sebep olduğu kaybı telafi etmeye yöneldiği de bir gerçek. Diğer yandan, İsrail gibi İran karşıtı aktörlerin eylemleri de süreci kırılgan hale getiriyor. Bütün bunlar ışığında İran’ın somut ve uzun vadeli bir kazanımı garanti etmeden yeni bir nükleer anlaşmaya razı olmasını beklemek gerçekçi değil.

[1] https://www.nytimes.com/2021/03/27/world/middleeast/china-iran-deal.html

[AA, 18 Kasım 2021].