Cumhurbaşkanı Erdoğan Pakistan-Özbekistan ziyareti dönüşünde, Avrupa Birliği’nin Türkiye politikasına eleştiriler getirip Türkiye’nin Şanghay İşbirliği Örgütü’ne (ŞİÖ) üye olabileceğini söyledi.
Öte yandan, Avrupa Parlamentosu Türkiye ile katılım müzakerelerinin dondurulmasını görüşüyor.
Bu konunun değişik boyutları hakkında çok farklı yorumlar yapılabilir. Ancak bu yazıda Avrupa Birliği penceresinden bakıp, Erdoğan’ın bu sözlerinin ne anlama geldiğini ve Türkiye ile ilişkilerin bu duruma gelmesinin Brüksel açısından nasıl yorumlanması gerektiğini analiz edelim...
Öncelikle Avrupa Birliği gibi, dünya ekonomisinde büyük bir ağırlığa sahip ve dünya politikasının şekillenmesinde oldukça etkili olan bir siyasal aktörün, Türkiye gibi önemli bir ülkeyi uzun zaman kapısında beklettikten sonra Rusya ve Çin gibi Asyalı güçlere kaybetmesi ihtimalinin güçlenmesi büyük bir başarısızlıktır. Burada söz konusu olan başarısızlık, Avrupa’nın Almanya, İngiltere ve Fransa gibi güçlerinin Türkiye ile ilişkilerini AB’ye üyelik meselesinden bağımsız olarak sağlıklı bir zemine oturtamamalarıdır. Çünkü Ankara’nın Avrupa ülkelerine yönelik eleştirileri sadece AB’ye üyelik konusuyla ilgili değil, bu ülkelerin Türkiye’ye yönelik aşırı müdahaleci politikalarından kaynaklanmaktadır.
Peki, neyi yanlış yaptı Avrupa ülkeleri?
Her şeyden önce, Ankara’nın 2000’li yıllarda artık “eşit göz hizasında” yani karşılıklı egemenliğe saygı ve içişlerine karışmama temelinde bir ilişki kurmak istediğini bir türlü anlamadılar. Eskiden olduğu gibi, Türkiye’yi istedikleri gibi yönlendirmek ve iç siyasetini manipüle etmek arzusundan bir türlü vazgeçemediler. Bu şekilde üzerine gittikçe ve baskıyı artırdıkça Ankara’yı giderek kendilerinden uzaklaştırdılar ve uzaklaştırdıkça etkileme kapasitelerini kaybettiler.
Başka bazı ülkelere yaptıkları gibi, Türkiye’de halkın tercihleriyle iktidara gelen siyasetçileri kabullenmek istemediler. Kendi ülkelerindeki Parlamento seçimlerinde göremeyecekleri oy oranlarıyla defalarca yapılan seçimlerde halkın güvenini yeniden kazanan Türkiye’deki iktidarı gayrimeşru göstermek için yoğun bir kampanya başlattılar.
Avrupa medyasının her gün Türkiye’nin seçilmiş cumhurbaşkanına ve hükümetine hakaret etmesini seyrettiler.
15 Temmuz darbe girişiminde Türkiye’de demokrasiye destek vermediler. Hatta Türkiye’de yaygın kanaate göre, darbecilerin başarılı olmasını istediler.
Teröre karşı mücadelesinde Türkiye’yi yalnız bıraktılar. PKK’ya gösterdikleri ev sahipliğini şimdi de FETÖ/PDY’ye göstermeye başladılar.
En önemli AB ülkesinde 11 yıldır iktidarda olan Başbakan Merkel, Türkiye’nin AB üyeliğine karşı olduğunu her fırsatta söyledi.
Fransa, Avusturya ve diğer birçok Avrupa ülkesinden buna benzer sözler hep duyuldu.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ŞİÖ konusundaki açıklamaları belki de, Türkiye’nin yönünü artık Asya’ya çevirmek istediğinin sinyali değil de, Avrupa’nın Türkiye’ye yönelik yanlışlarını düzeltmesi için son bir uyarı niteliğini taşıyordur. Çünkü Türkiye uzun zamandır dış politikasını çeşitlendirmek istiyor. Batılı ülkelerle Asyalı güçleri birbirine alternatif olarak görmüyor. Dış politikadaki hareket alanını genişletmek için hem Çin ve Rusya ile hem de ABD ve Avrupa ile iş birliği temelli ilişkiler geliştirmek istiyor.
Belki de Türkiye ve Avrupa ülkeleri arasındaki ilişkilerin üyelik dışında yeni bir düzleme taşınması hem Türkiye hem de Avrupa’nın çıkarları açısından daha sağlıklı bir atmosferin oluşmasını sağlayacaktır. Taraflar arasında başta mülteciler ve terör sorunları olmak üzere, güvenlikten ekonomiye kadar uzanan ve iş birliği yapılmasını zorunlu kılan çok geniş bir alan söz konusudur. Bu alanlarda karşılıklı çıkarları esas alan bir ilişki geliştirmeye odaklanmak yerine üyelik meselesi etrafında yaşanan suni sorunlarla enerji kaybedilmesi her iki tarafa da zarar verecektir.
Avrupa Birliği’nin artık “ben üye olarak almak istediğim ülkeye istediğim dayatmayı yaparım” perspektifinden kurtulup, bu dayatmaların Türkiye’yi Avrupa’dan giderek uzaklaştırdığını görüp Ankara ile, gerekiyorsa üyelik perspektifi dışında, karşılıklı çıkarlara dayalı rasyonel bir ilişki geliştirmesi gerekiyor.
Belli ki 1999’da AB’ye adaylık statüsünü “eski Türkiye”ye vermişlerdi. Artık “yeni Türkiye” ile yeni bir ilişki kurmaları gerekiyor.
[Türkiye, 23 Kasım 2016].