Türkiye, Haziran ve Temmuz aylarında dış ve güvenlik politikasını ilgilendiren iki önemli zirveye katıldı. Bunlardan ilki Haziran ayında gerçekleştirilen NATO'nun Madrid zirvesiydi. İkincisi ise geçen Salı Tahran'da Türkiye, İran ve Rusya liderleri arasında Astana formatı çerçevesinde gerçekleştirildi.
Rusya'nın Ukrayna'yı işgalinin gölgesinde gerçekleştirilen ve Türkiye'nin İsveç ile Finlandiya'nın olası üyeliklerine yönelik tutumunun damga vurduğu NATO zirvesi öncesinde imzalanan ve sonuç bildirgesinde de vurgulanan üçlü mutabakat muhtırası, Türkiye'nin terörle mücadeleye yönelik hassasiyetlerinin NATO nezdinde karşılık bulduğunu gösteriyordu.
Astana formatı çerçevesinde gerçekleştirilen Tahran zirvesi sonuç bildirgesinde de Türkiye'nin terörle mücadele konusundaki hassasiyetlerine vurgu vardı. Ancak her iki zirvenin somut çıktıları, Türkiye açısından özellikle sahada ölçüldükten sonra anlamlı hale gelecek.
Tahran Zirvesinde Türkiye'nin Beş Mesajı
Tahran zirvesi, İran'da düzenlenen 2018'deki zirve gibi diplomatik teamüllerde pek rastlanılmayan bir formatta gerçekleştirildi. Zirvenin hemen öncesinde ve sonrasında üç lider canlı yayında ülkelerinin temel pozisyonlarını açıkladılar. Bu açıdan, üç lider görüşmesinin nispeten kısa sürmesi (basın açıklamalarıyla neredeyse aynı sürede gerçekleşti) ve görüşme sonunda toplantı öncesindeki pozisyonların büyük ölçüde tekrar edilmesi, tarafların konuları kapsamlı bir şekilde müzakere etmediğinin ve somut bir sonuca ulaşılamadığının bir göstergesi oldu.
Bununla beraber bu zirvede önceliklerini en net şekilde ortaya koyan ve somut yol haritası olan ülke, şüphesiz Türkiye oldu. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye'de kalıcı siyasi çözüm için Astana formatının en etkili girişim olduğunu vurgulayarak siyasi sürecin canlandırılması, terörle mücadele, İdlib çatışmasızlık bölgesinin muhafazası, sivillere yardımın koordinasyonu ve Suriyelilerin geri dönüşü olmak üzere beş noktada Türkiye'nin pozisyonunu detaylandırarak açıkladı.
Siyasi sürecin işletilmesinde Rusya'nın sorumluluğu ve rejimin tutumuna değinen Erdoğan, terörle mücadele için de net ifadeler kullandı: "(Bir terör örgütü ile) mücadele için diğerinin taşeron olarak kullanılmasını kabul etmiyoruz. Terör örgütleri ile mücadelemiz, nerede ve kimler tarafından desteklendiğine bakılmaksızın her daim sürecektir. Millî güvenliğimize kasteden şer odaklarını Suriye'den söküp atmakta kararlıyız." Benzeri mesajlar, Erdoğan tarafından NATO zirvesi marjında yapılan görüşmelerde ve basın toplantısında da verildi. Bunun yanı sıra İdlib'deki ateşkesin muhafazasının önemine de değinen Erdoğan, Suriyelilerin "güvenli, gönüllü ve onurlu" geri dönüşü için de Astana formatının fonksiyonuna işaret etti.
Zirve sonunda açıklanan 16 maddelik bildiri, Türkiye'nin terörle mücadeledeki hassasiyetlerini dikkate alacak şekilde kaleme alındı ancak Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın konuşmasındaki vurgu önemliydi: "Sözler yaralara derman olmuyor." Diğer bir ifadeyle Türkiye iki ülkeden de Suriye konusunda retoriğin ötesinde net eylemler bekliyor.
Rusya ve İran'ın Geleneksel Tavırları Devam Ediyor
Hatırlanacağı gibi, Astana formatı Türkiye, Rusya ve İran arasında özellikle Suriye krizinin gidişatında alternatif bir gerilimi düşürme ve çözüm mekanizması oluşturma amacıyla kurulmuştu. Yedinci toplantısı yapılan Astana formatındaki zirvenin, ilk amacını kısmen gerçekleştirse de ikinci amacından hayli uzak olduğu görülüyor.
Bu bağlamda Suriye krizinde etkili olan üç ülkenin bir araya gelip görüşüyor olması elbette önemli. Ancak Suriye'deki öncelikler konusunda, ABD'nin Suriye topraklarındaki etkisinin sonlandırılması hariç, neredeyse hiçbir örtüşme yok. Hatta bu öncelik konusunda bile Rusya ve İran'ın tutumu Türkiye'den farklılık arz edebiliyor. Nitekim Türkiye'nin PKK/YPG terör örgütüyle mücadelesi sırasında ABD ile Rusya arasında veya Rusya ile İran arasında ve her iki ülke ile terör örgütü arasında sahada taktik iş birlikleri gerçekleşebiliyor.
Sahada Verilen Yanıtlar
Türkiye daha NATO zirvesinden önce Suriye'ye yeni bir terörle mücadele harekatı düzenlenme planını dile getirmiş ve öncelikli adres olarak da Tel Rifat ve Münbiç'i göstermişti. Gerçekleşmesine kesin gözüyle bakılan ve zamanlaması beklenen bu operasyonu engellemeye/geciktirmeye yönelik hamleler de arka arkaya gelmeye başladı ve son olarak Tahran'da dile getirildi. Türkiye'nin yeni bir operasyonuna karşı olduklarını Rusya zımnen, İran ise açık bir şekilde ifade etti.
Daha zirvenin üzerinden 24 saat geçmeden Zaho'da gerçekleştirilen saldırı sonucunda 9 sivil hayatını kaybetti ve 23 sivil yaralandı. Sahte bayrak operasyonu olma ihtimali oldukça yüksek olan bu saldırıdan hemen sonra Türkiye suçlandı ve kısa bir süre içinde başta Bağdat olmak üzere Irak genelinde Türkiye karşıtı gösteriler başladı.
Türkiye'nin terörle mücadelede yüksek düzeyde insani hassasiyet gösterdiği ve bu hususun şehitler vermesine de neden olduğu bir gerçek. Ayrıca hedef belirleme, kıymetlendirme ve etkisiz hale getirmede MİT'in istihbarat kapasitesindeki artış da ortada. Nitekim sinyal istihbaratının yanı sıra insan istihbaratındaki gelişmeler ve savunma sanayiinin sağladığı teknolojik imkanlardan da faydalanılmasıyla son dönemde sınır ötesinde sıfır zayiatla havadan ve karadan etkili nokta operasyonlar gerçekleştiriliyor.
Dolayısıyla terör örgütü tarafından doğrudan veya vekaleten gerçekleştirilen Zaho saldırısı ve saldırıdan saatler sonra Bağdat başta olmak üzere Irak geneline yayılan Türkiye karşıtı gösteriler, Türkiye'nin terörle mücadelesinin ve bölgesel etkisinin artmasının sadece Suriye'de değil Irak'ta da sınırlandırılmak istendiğini gösteren bir işaret fişeği niteliğinde.
Bu gösteriler esnasındaki provokasyonlar, Gara bölgesine yapılması olası operasyona karşı çıkan İran destekli bazı paramiliter grupların tehditkar açıklamaları veya yakın geçmişte gördüğümüz (ve önümüzdeki günlerde de görebileceğimiz) Türkiye'nin Irak'taki üs bölgelerine yapılan bazı saldırılardan bağımsız okunmamalı.
Aynı şekilde Şubat ayından beri enerjisini Ukrayna'ya kaydıran ve Suriye'deki hava saldırılarını sınırlandıran Rusya'nın dün İdlib'te gerçekleştirdiği hava saldırısı ve katledilen siviller de Türkiye'ye üstü örtülü verilen bir mesaj niteliğinde. Öte yandan Türkiye ile İsrail arasında başlayan normalleşme sürecine rağmen Tel Aviv yönetiminin ABD'den Türkiye'nin Suriye'ye olası yeni harekatını engellemesini talep ettiğine yönelik iddialar da son dönemde dile getiriliyor.
Terör örgütü PKK/YPG ise Türkiye'nin operasyonunu engellemek/geciktirmek için farklı bölgelerde kendi paçavrası yerine bazen ABD'nin bazen Rusya'nın bazen de rejimin bayraklarını asıyor.
Dolayısıyla bütün gelişmeler birlikte değerlendirildiğinde sahada yani Doğu cephesinde bir değişiklik yok. Anlaşılıyor ki Türkiye geçmişte olduğu gibi önümüzdeki süreçte de Suriye'de ve Irak'ta terörle mücadelesini diğer ülkelerden destek görmeyerek (hatta engelleme girişimlerine rağmen) devam ettirecek.
[Sabah, 23 Temmuz 2022].