Dünyanın en çatışmalı bölgesi olan Orta Doğu yeni bir bayrama daha hüzünlü giriyor.
Dünyada en fazla mülteciye ev sahipliği yapan ülke bu bölgede bulunuyor: Türkiye.
Yine dünyada en fazla mültecinin kaynaklandığı ülke de burada: Suriye
Hâlen iç savaş ve çatışmaların yaşandığı Yemen, Suriye, Libya da bu bölgede bulunuyor.
Dünyanın en zorlu meselesi denebilecek olan İsrail sorunu da bu bölgede yaşanıyor. Dolayısıyla en fazla hakları çiğnenen Filistinliler de bu bölgenin insanları, her ne kadar İsrail ve ona destek verenler onların da insan olarak hakları olduğunu kabullenmek istemeseler de.
Geriye kalan ülkelerin ise, bir kısmı Irak gibi daha yeni bir iç savaştan çıkmış ve yaralarını sarmakla meşgul. Ama bunun ne kadar mümkün olacağı meçhul, zira ABD ile İran arasındaki nüfuz mücadelesinin sahnesi olmaktan kurtulması zor görünüyor.
Bir kısmı ise, Suudi Arabistan ve BAE gibi, İsrail ve ABD’nin kışkırtmasıyla Körfez’de bir çatışma çıkarmaya çalışmakla meşgul. Yani Orta Doğu’da yeni ölümler ve yeni mülteci dalgaları arayışı içerisindeler. Sanki yeteri kadar insan ölmemiş, yeteri kadar insan yerinden yurdundan edilmemiş gibi.
Bölgenin üç geleneksel büyük gücü Mısır, İran ve Türkiye’ye gelince, ortak hareket etmeleri durumunda Orta Doğu’ya barış ve huzur getirebilecek bu üç ülkenin her birinin kendisine ayrı bir yol çizdiği ve ilişkilerinin sorunlu olduğu görülüyor.
2011 devriminin ardından karşı devrimci ABD, İsrail, Suudi Arabistan ve BAE’nin desteğiyle eski diktatörlüğü yeniden ve daha da katı bir şekilde inşa eden Mısır, bu tercihinin sonucu olarak bölgesel güç olma özelliğini kaybetti. Meşruiyetini halktan almayan Sisi yönetimi, kendisini destekleyen ülkelerin kuklası oldu. Onların istediği yere asker gönderiyor, onların istediği adaları para karşılığında onlara satıyor ve uluslararası toplantılarda onların istediği kararlara imza atıyor.
İran’a gelince, bölge halklarını diktatörlerin esiri olmaktan kurtarıp özgürleştirmek iddiasıyla yola çıkan “İslamcı” yönetim, gelinen noktada Suriye’deki Baas diktatörlüğünü İhvan’ın özgürlük mücadelesine karşı savunan ve ayakta tutan aktöre dönüştü. Bu politikasını da emperyalizme karşı “direniş ekseni” teziyle meşrulaştırmaya çalışıyor. Seçtiği bu yol bölge halkları nezdindeki itibarını o kadar düşürdü ki, ABD’nin baskısı karşısında kendisine artık destekçi bulamıyor. Tahran’ın desteklediği Baas rejimi İdlib’de her gün sivilleri katlederken Orta Doğu’daki İslamcıların Amerikan yaptırımları karşısında ezilen İran’a sempati duymaları mümkün değil. Amerikan emperyalizminden nefret etseler de bu mümkün değil.
Türkiye ise, Orta Doğu’nun yükünü çekmeye devam ediyor. Bir yandan Suriye ve Irak’tan gelen 4 milyon sığınmacıya ev sahipliği yaparken, diğer taraftan PKK ve DEAŞ gibi terör örgütlerine karşı kendi halkını ve kontrolü altındaki bölgelerde yaşayan Suriye halkını korumaya çalışıyor.
Ankara’nın dış politikasında seçtiği bağımsızlıkçı çizgiden hoşlanmayan küresel aktörler ve onların bölgesel müttefikleri tam da bu zayıf taraflarından Türkiye’yi hedef almaya çalışıyorlar.
Terör örgütleriyle yakın iş birliği yaparak Türkiye’yi tavize zorluyorlar ve sürekli savunma pozisyonunda kalmasını sağlamayı hedefliyorlar.
Türkiye’deki mülteci meselesinin sosyal, ekonomik ve güvenlik sorunu olarak büyümesine yönelik çalışmalar yaparak devirmek istedikleri hükûmete karşı bir araç olarak kullanmak istiyorlar. Kendi ülkelerinde mülteci meselesinin ne kadar etkili bir siyasal araç olarak kullanıldığını iyi bilen Batılı ülkelerin Türkiye’deki iktidarın da bu konuda yıpratılabileceğini düşünüyorlar. Seçimler sırasında bazı partilerin mülteci karşıtlığı üzerinden propaganda yapmaları bu açıdan Türkiye içinde de müttefik bulmakta zorlanmadıklarını gösteriyor.
Türkiye’yi hedef alan küresel aktörlerin yaptıkları bir başka şey ise, terör ve mülteci sorunlarının yükünü çeken ekonominin doğrudan hedef alınmasıdır. Bu şekilde Ankara’yı bağımsız dış politika çizgisinden taviz vermeye zorluyorlar.
Orta Doğu’nun birçok açıdan yükünü çeken Türkiye’nin bölgede yaşanan trajedilerin ortadan kaldırılması konusunda kendisine müttefikler bulması gerekiyor.
[Türkiye, 5 Haziran 2019].