Türk siyasetinin muhalif alanında iki eğilim özel bir çaba ile öne çıkarılıyor.
İlki, siyasetin kimliksizleştirilmesi.
Siyasette kimlik ve siyasi duruş meselesinin önemsizleştirilmesi, İyi Parti’nin kuruluş süreci ile öne çıktı. Partinin kurucuları kendilerini önce “merkez sağ” olarak konumlandırmaya çalıştılar. Milliyetçi söylemi bir süre kullanmadılar.
Sonradan seçim döneminde ise, HDP ile Millet İttifakı’nın birlikteliğinin üzerinin örtülmesi için İyi Partili siyasetçiler, ülkücü ve milliyetçi kimliklerine vurgu yapmaya başladılar. Ancak şu an için partinin kurumsal kimliğinin nerede konumlandığı meselesini pek önemsemiyorlar. Programlara katılan İyi Partili siyasetçiler, kişisel olarak durdukları yeri, tartışmanın mahiyetine göre “milliyetçi” ya da “merkez” olarak ifade ediyorlar.
Yeni kurulan, Babacan’ın Deva’sı, Davutoğlu’nun Gelecek’i, Mustafa Sarıgül’ün Türkiye Değişim Hareketi ve partileşme aşamasında olduğu söylenen İnce’nin Memleket Hareketi kendilerini ideolojik bir çizgi ile tanımlamaktan kaçınıyorlar.
Hatta sağ ya da sol olarak tanımlanmamak için özel bir çaba sarf ediyorlar. Sağ ve sol siyasetin anlamını yitirdiğini Soğuk Savaş’ın ardından bu tip siyaset tarzlarının rafa kalktığını söylüyorlar. Sadece sağ ve sol değil, muhafazakâr, milliyetçi, dindar, laik ya da seküler gibi tanımlamalara da özellikle mesafe koyuyorlar.
Kılıçdaroğlu döneminde CHP’nin kendi değerleri ile çeliştiğini bizzat CHP’liler söylüyor. Bazı CHP’liler “yeni CHP” olarak adlandırdıkları Kılıçdaroğlu yönetimini “sağcılaşma” üzerinden eleştiriyorlar. Partinin “Atatürkçülük” ve “sol değerler”den uzaklaşarak kimliksizleşme yolunda hızla ilerlediğini iddia ediyorlar. İttifak uğruna, CHP ve değerlerinin feda edildiğinin altını kalınca çiziyorlar.
Muhalif alandaki ikinci eğilim ve çaba; partisiz bir cumhurbaşkanı adayı arayışı.
Muhalefeti destekleyen çevreler, Kılıçdaroğlu’nun “Millet İttifakı çerçevesinde, bir partiye üye olsa da ‘partisiz gibi duracak’ bir başkan adayı için var gücü ile çalıştığını” dile getirerek, onun ne kadar fedakâr bir parti başkanı olduğunu söylüyorlar.
Örneğin, kritik dönemlerde inisiyatif alan, eski Türkiye’nin siyaset, şimdinin magazin yazarı; “Kılıçdaroğlu cumhurbaşkanı adayı olacak” tartışmasını başlatanları “siyaseti bilmemekle” suçluyor.
Partisiz başkan adayı ya da kimliksiz siyaseti savunmak, kısa vadede yararlı gibi gözükse de uzun dönemde Türk siyasetini değersizleştirir. Popülist ve değer üretmeyen siyasetin kapılarını sonuna kadar açar.
Kimliksiz siyaset, siyasi alanın parçalanmasını hızlandırır. Siyasetin kurumsallaşmasını engeller. Böyle bir siyaset, ittifak süreçlerinde, pragmatik pazarlıklara sonuna kadar açıktır. Partiler ve başkanları, siyasi kazanç için ittifaklar arasında gider, gelir. Geçiş kolaydır. Seçmenlerin partilere bağı zayıflar. Siyaset kurumuna güven giderek aşınır.
Partisiz başkan adayının seçimleri kazanması durumunda en büyük açmaz, hesap verme mekanizmasının iyi çalışmamasıdır. Örneğin, parti içinden gelmeyen bir başkanın başarısızlığının sorumluluğunu kimin üstleneceği belirsizdir.
Partisiz olarak pazarlanan ve seçimi kazanan bir başkan, cezalandırılacak bir partisi olmayacağı düşüncesinden hareketle, iktidarı döneminde sadece popülist icraatlara odaklanır. Ülkenin gelecek yıllarını önemsemez. Yatırımları ona göre planlamaz.
Özellikle partisiz başkan, seçilmesinin ardından kendini destekleyen ittifak partileri ile arası açılırsa ya da ikinci dönem görevini ifa ediyorsa, iktidarını sorumsuzca sürdürecektir.
Sonuç olarak, kimliksiz siyaset ya da partisiz başkan adayı, bazı çevrelerin savunduğunun aksine öyle matah bir şey değildir. Özellikle Türkiye’nin siyasal kültürü zaviyesinden bakıldığında zararı faydasından çoktur.
[Türkiye, 15 Aralık 2020].