Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, AK Parti’nin İstanbul’daki il kongresinde seçim manifestosunu açıkladı. Tartışmasız, 24 Haziran cumhurbaşkanlığı ve milletvekilliğine yönelik seçim manifestosu, Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti’nin Türkiye’nin mevcut iç ve dış politikaları hakkında nasıl düşündüklerini görmek için önemli bir belge. Aynı zamanda, manifesto seçim sonrası dönemde Türkiye’nin iç ve dış politikası için geleceğin neye benzeyeceğini de gösterir bir niteliğe sahip. Daha da önemlisi, seçim manifestosunun kendisi, AK Parti döneminin geçtiğimiz 15 yıldan sonra, Türk dış politikasının dönüşümünün doğasını göstermekte ve özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın siyaset ve dış politikadaki tarzının değişen doğasının altını çizmektedir. Erdoğan’ın Pazar günü yaptığı konuşmada ortaya çıkan dış politika çerçevesi üç nedenden dolayı önemli. Birincisi, yeni Türk dış politikası kimliğinin ortaya çıkışını simgeliyor. İkincisi, dış politika stratejisinde yeni realizmin (gerçekçiliğin) ortaya çıkışını işaret etmekte ve son olarak da, seçim sonrası Türk dış politikasında benimsenecek dış politika uygulamalarının nasıl bir seyir alacağının altını çizmektedir.
Yeni dış politika kimliği
Dış politika kimliği, cumhuriyet döneminden bu yana Türk dış politikasının tarihinde her zaman tartışmalı bir konu olmuştur. Türk dış politikasının 2002 yılı öncesi formülasyonu, güvenlikleştirilmiş bir Kemalist Batılılaşma projesi, homojenleştirilmiş bir ulus-devlet söylemi ve marjinalleştirilmiş bir komşu coğrafya söylemi etrafında inşa edilmişti. AK Parti’nin kuruluşu, Türk dış politika kimliğinin doğasını kökten değiştirdi ve liberalleştirilmiş bir uluslararasılaşma projesi (bu özünde Kemalist dış politikada olduğu gibi salt bir Batılılaşma projesi değildi), demokratikleşmiş bir ulus devlet proje-si (yıkıcı bir milliyetçilikten özgürleşmeyi öngörüyordu) ve güvenlik söyleminin dışını çıkarılmış yeni bir siyasi coğrafya bağlamında dış politikayı yeniden düzenledi.
Ne var ki, 2011’de patlak veren Arap ayaklanmalarından sonra ortaya çıkan güvenlik ortamı nedeniyle, medeniyetler arası etkileşim fikrinin et-rafında icat edilen yeni Türk dış politikası, daha çok devlet-merkezciliğine dayanan kimlik edinmek zorunda kaldı. Erdoğan’ın manifestosunda kendini gösteren dış politika kimliği ise büyük oranda Arap ayaklanmaları öncesinde hâkim olan dış politika dilinden önemli ölçüde ayrılışı simgeli-yor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın seçim manifestosu, sadece kurumsal esnekliğin ve dayanıklılığın merkezde olduğu bir devlet değil, aynı zamanda bölgesel tehditlere karşı kendini savunabilme yeteneğine sahip güçlü bir devlet olma gerekliliğinin altını çiziyor. Bu aynı zamanda sadece savunmak değil caydırmak için gerektiğinde dışarıda ve ileride olmayı gerekli kılıyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın konuşmasında çerçevelenen dış politika kimliği, Kemalist dış politikaya dönüş değildir. Daha ziyade, sadece terörizm meselesinden değil, Türkiye-Batı ilişkisinin değişen doğasından kaynaklanan tehdit algısı etrafında formüle edilen bir kimliktir. ‘Klasik milliyetçilik’ ile hayatta kalma (beka) kaygısının yükselmesinden etkilenen ‘yeni muhafazakarlık’ arasındaki diyalogdan türeyen bir sonuç olarak anlaşılabilir bu. Batı, artık Türk dış politika kimliğinin tamamlayıcı bir bileşeni değildir. Aslında, dış politika kimliği Batı ile bir arada bulunmamakta, hatta Batı’nın onun ayrılmaz bir parçası olmadığı “yerli ve milli duruş” uygulamasının bir üretimidir. Burada Batı’nın giderek ve daha fazla “boş gösterene” dönüşmesi söz konusudur. Bu kesin olarak sadece Türkiye üretimi bir Ötekilik değildir; daha ziyade Batılı anlatının Türkiye’ye yönelik ürettiği yeni bir gerçekliktir. Bu durum belki de en iyi şekilde, 19. Yüzyıl Osmanlı-Batı ilişki-sinin karakterinden tevarüs edilmiş Batılı Türkiye-İslam okumasının yeniden nüksetmesinin bir sonucu olarak anlaşılabilir. Cumhur ittifakının bürün-düğü karakteri oluşturan tefrik edici unsurlarının ayrıntılı bir tahlili yapılmadan ve AK Parti-MHP ittifakının kurmakta olduğu yeni yerli-milli tarihsel bloğu günümüz bağlamına oturtmadan da anlaşılamaz.
Bu yeni tarihsel bloğun oturduğu ana düzlemin kristalize olduğu temel anlatı ise yerlilik ve milliktir. Bu anlatının 15 Temmuz sonrası pratiğe nasıl döküldüğü ve bundan sonra nasıl döküleceği bu bakımdan yeni dış politika kimliğinin pekiştirilmesi için hayati derecede önemlidir. Hele hele Cumhur ittifakı karşısında kendisini konumlandıran ancak birbirine benzemeyen ve ideolojik harmonizasyonun neredeyse imkânsız olduğu ittifakın dış politika anlatısının son derece muğlak olduğu bir durumda, Cumhur ittifakı ekseninde nükseden yeni tarihsel bloğun dış politika kimliğinin dönüştürücü gücü çok daha fazladır.
Yeni yol-yeni gerçekçilik
Seçim manifestosu sadece yeni dış politika kimliğinin ortaya çıkışını simgelemekle kalmıyor, aynı zamanda dış politika stratejisinde yeni realizmin sağlamlaşmasının da temelini oluşturmaktadır. Türk dış politikasının tarihinde, karar alıcılar, bir realist takım çantasında yer alan araçlara baş-vurmadan dış politika tercihinde gerçekçi (realist) olmaktan her zaman gurur duydular. Son on yılda AK Parti bünyesinde icra edilen Türk dış politika-sı da bir istisna değildir. Ancak 15 Temmuz sonrası, gücü, orada bir yerde duran bir unsur olarak değil (ya da keşfedilmeyi bekleyen bir unsur olarak değil) dış politika stratejisinin ayrılmaz bir parçası olarak yeniden ele almayı başarabildi. Yeni realizm, seçim manifestosunda Türkiye’nin kapasitesini ve imkânlarını yeniden formüle etmede bir referans noktası olarak kendini göstermektedir. Kapasite, Türkiye’nin maddi askeri gücünün öneminin altını çizerken, imkânlar ise Türkiye’nin yeni yerli ve milli duruşunu sağlamadaki bu kapasitesinin hangi araçlar ile kullanılacağını göstermektedir. Yeni dış politika stratejisinde sadece gücün arttırılmasıyla da sınırlı değildir. Cumhurbaşkanı Erdoğan manifestoda, tek kutupluluğun sona erdiğini ve ABD’nin tek başına karar verici güç olmadığı yeni bir uluslararası sistemin ortaya çıktığını vurgulamıştır. Bu, Türkiye’nin yeni realizm anlayışını, özellikle çevre bölgelerde olmak üzere, ulusal güvenlik stratejisini sağlamada çok önemli hale getirmektedir. Rusya’nın ve diğer alternatif güç merkezlerinin rolü özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın yeni gerçeklik anlayışının bir parçası olarak işlev görmektedir. Sadece Batılı müttefiklerle çalışan değil aynı zamanda Rusya, İran ya da Çin ile çalışabilen bir Türkiye, bu yeni gerçekçilik anlayışının ayrılmaz bir parçası: Türkiye’nin çıkarlarını her zaman ön plana alan, fırsatları iyi değerlendiren ve güç kullanma konusunda cesaretsiz davranmayan bir anlayış...
Ankara kriterleri
Seçim bildirgesi, Türkiye’nin seçim sonrası dönemde dış politika stratejisini nasıl hayata geçireceği konusunda da birçok ipucu vermektedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, yeni sistemin hayata geçmesiyle birlikte, ele alması gereken pek çok dış politika meselesi var. Ankara ve Washington arasındaki PKK meselesi, S-400’ler, Türkiye-AB ilişkileri, Suriye krizi, Suriye’deki PKK varlığı bunların başlıcaları. Erdoğan’ın PYD konusunda ABD’yi eleştirmesi, manifestodaki dış politika temalarından biri olarak öne çıkmaktadır. Öte yandan, ABD’nin S-400’ler konusunda Türkiye’ye yönelik tutumunun nasıl olduğu iyi biliniyor. Seçim sonrası aylarda ABD Senatosu, Trump’a rağmen, Türkiye’ye karşı bir yaptırım uygulamaya çalışacaktır. Bu durumda iki başkent arasındaki gerginlik artacaktır. ABD’nin taslak savunma bütçesinde yer alan başlıklar, nihai bütçede yer alması kuvvetle muhtemel olmasa da, ABD’nin Türkiye’ye yönelik bakış açısını yansıtır niteliktedir. Öte yandan, Türkiye -Rusya ilişkileri de ABD açısından sorun olmaya devam etmektedir.
Erdoğan, Türkiye merkezli, “Ankara kriterlerine” uygun bir dış politika perspektifini manifestosunda ortaya koymuştur. Bu, Erdoğan’ın dış politikadaki yeni yoludur.
[Star Açık Görüş, 12 Mayıs 2018].