Dünyadaki ekonomik güç dengesi değişim arifesindeyken, yıllarca medya aracılığıyla Türkiye aleyhine geliştirilen olumsuz algı çalışmalarına karşı bir pozisyon geliştirmek zorundaydık.
Yıllardır, sabit bir amaca hizmet eden, belli ülkelerin ve grupların güdümünde olan medya düzenine karşı, medya diline karşı bir alternatif oluşturmak gerekiyordu. Türkiye'nin uluslararası arenada sesi olabilecek, doğru ve tarafsız bir yaklaşımla Türkiye'deki gelişmeleri dünyaya aktaracak bir modele ihtiyacı vardı.
Çünkü, uluslararası ekonomik ve siyasi aktörler, Türkiye'yi işlerine geldiği gibi anlıyorlar, tanıtıyorlar ve yorumluyorlar. Üstelik bunu çoğu zaman, kasıtlı bir amaç güderek yapıyorlar.
Bunu görmek için, Gezi olayları sırasında yapılan yayınları hatırlamak yeterli olacaktır. Zaten içerden de, medyadan veya medyada görünürlüğü olanların da katkısıyla, Türkiye olduğundan çok farklı bir ülke olarak gösterilmişti. Yalnızca Gezi olaylarında değil, FETÖ darbe girişiminde ve birçok gelişmede algı yönetim çabasında en etkili araç olarak medyanın kullanıldığını görüyoruz.
Terör olayları, terör olayları sonrasında güvenlik nedeniyle yapılan uygulamalar, uluslararası medyada çok farklı lanse ediliyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan hedefe konularak, Türkiye algısını kendi çizdikleri sınırlarla belirlemek istiyorlar.
Türkiye'de yaşanan sorunları neredeyse Türkiye'yi yaşanamayacak, tehlikeli bir ülke olarak sunmakla yetinmiyorlar üstelik. 2000'li yıllarda gerçekleştirilen ekonomik, siyasi ve sosyal kalkınma karşısında da üç maymunu oynuyorlar. Türkiye ekonomisi, her şeye rağmen, yoluna devam ediyor, ekonomik reformlarını hayata geçirmek için kararlılığından vazgeçmiyor. Ancak, uluslararası medya bu durumu görmezden özellikle kaçınıyorlar.
Kaçındıkları diğer bir durum ise, Türkiye'nin Suriyeliler için güvenilir bir yaşam alanı açtığı gerçeği. 3 milyona yaklaşan Suriyeliye kapılarını açan, yaşam ihtiyaçlarını karşılayan, eğitim, sağlık ve istihdam gibi alanlarda yoğun bir çaba gösteren bir Türkiye göz ardı ediliyor. Türkiye'den uluslararası medyaya yansıyan Suriyeli haberlerin içeriği, yanlı bakış açısını ortaya koyuyor.
Gezi olaylarının farklı yansıtılması, ekonomik kalkınmanın önemsenmemesi, Suriyeliler konusunda Türkiye'nin görmezden gelinmesi gibi konularda, medyanın tavrına alıştık artık. Ancak, 15 Temmuz darbe girişiminde bile, kutsadıkları değerleri hiçe sayarak yaptıkları yayınlar, Türkiye'nin uluslararası arenada kendi sesine duyduğu ihtiyacını gösteriyor.
NEDEN TRT WORLD'E İHTİYAÇ VAR?
Türkiye'nin kendini anlatabilmesi için,Farklı algı oluşturma çabalarını boşa çıkarabilmesi için,
Mazlum ve sessiz ülkelerin de sesi olabilmesi için,
Mevcut ve kökleşmiş uluslararası medyaya karşı bir pozisyon oluşturabilmesi için,
Türkiye'nin dünyaya ulaşabilmesinde, mesajlarını verebilmesinde özgün bir platform oluşturabilmesi için,
Türkiye'de ne olup bittiğinin sonu baştan belli kasıtlı yorumlarla değil, içerden bir görüşle duyurulabilmesi için,
Tüm bunları belirli adreslerden değil, kendi kurduğu bir adresten yapabilmesi için,
TRT World'e ihtiyacımız vardı.
Tüm bu ihtiyaçları dikkate aldığımızda, şu açıktır ki, TRT World'ün rakibi Türkiye'deki yayın kuruluşları değildir. TRT World, dünyadaki mevcut ekonomik ve siyasi sistemin tezahürü olan yayın kuruluşlarıyla rekabet etmelidir. Bu rekabette, diğer yayın kuruluşları da TRT World ile iş birliği içinde olmalıdır.
TRT World, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın sıklıkla ifade ettiği “Dünya Beşten Büyüktür” söyleminin, uluslararası medyada görünürlüğünün sağlanması için de önemli bir fırsat. Gelişmiş ülkelerin görmezden geldiği, hatta yok saydığı mazlum coğrafyaların sesini duyurabilecekleri bir kanal var artık.
Bu yüzden TRT World'ün başarısı, hem Türkiye'nin hem de görmezden gelinen sessiz kalabalıkların başarısı olacak. Bu vesileyle, TRT World'ün hayata geçirilmesi için yıllardır yoğun bir çaba içerisinde olan TRT Genel Müdür Yardımcısı İbrahim Eren'i tebrik ediyorum. İnşallah TRT World, misyonunun ve vizyonunun hedeflediği başarıyı yakalar.
[Yeni Şafak, 17 Kasım 2016].