- Akdeniz’deki son gelişmeler “enerji oyunu” çerçevesinde değerlendirilebilir mi?
Ancak, 2009’da bir ekonomik enerji oyunu paketinde sunulan Doğu Akdeniz gaz rezervleri meselesinin zaman içerisinde ekonomik oyun hattından kaydığını gözlemliyoruz. Zaten o günden bugüne farklı gaz anlaşmaları imzalansa ve farklı jeopolitik gaz koalisyonları kurulsa da 2009’dan beri gazını satmak için kapı kapı dolaşan İsrail bile henüz somut bir ekonomik kazanç sağlayabilmiş değil. İsrail, Doğu Akdeniz’de özellikle Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) sağladığı çerçeve üzerinden ekonomik kazançtan ziyade donanma kabiliyetlerini geliştirmeye çalışıyor izlenimi veriyor. İsrail’in bu genel tutumu Akdeniz’deki jeoekonomik oyunun jeopolitik oyuna paralel olarak değiştiği savımızla uyumlu.
Akdeniz’deki jeopolitik oyun bölgeye Rusya Federasyonu’nun 2015 tarihinden itibaren gelişiyle tamamen değişti. Moskova’nın anılan tarihten sonra Suriye üzerinden Doğu Akdeniz’de belirli bir alanı askeri kapasitesiyle (A2/AD) rakiplerinin erişimine kapatması üzerine, Trump yönetimi, ABD’nin jeopolitik açıdan Akdeniz’e geri dönüşünün bir zorunluluk olduğu sonucuna vardı. Haziran 2019’da, ABD Dışişleri Bakanı Pompeo’nun Akdeniz’i Washington için yeni bir stratejik cephe olarak ilan etmesi de bu bağlamda bir tesadüf değildi. Trump yönetimi, Akdeniz’e geri dönüşü iki aşamalı olarak somutlaştırmaya karar verdi.
İlk aşamada, ABD Akdeniz’de var olan donanmasının gücünü artırmak suretiyle deniz sahasındaki askeri varlığını ve dolayısıyla görünürlüğünü ciddi şekilde artırdı. İkinci olarak, GKRY, Yunanistan, İsrail ve Mısır’dan oluşan yeni bir dörtlü ittifakı doğal gaz alanında oluşturdu. İlk aşamanın göze batmaması (Rusya ile askeri sınırlı çatışma riskinin kontrolü) için ikinci aşamadaki enerji oyunu faydalı bir kılıf işlevi de görmekteydi.
GKRY ve Yunanistan için ise bu bir fırsatı ifade ediyordu. Böylece GKRY, 2003 senesinden itibaren sürdürdüğü adanın doğal kaynaklarının paylaşımından KKTC’yi dışlayarak Kıbrıs Türk toplumu üzerindeki ekonomik ve siyasi baskıyı artırma politikasını bir adım daha ileri götürme fırsatı yakaladığını düşünebilecekti. Bilindiği üzere Kıbrıs adası etrafında bulunan doğal kaynaklar üzerinde eşit hakka sahip KKTC’nin meşru haklarından mahrum edilmesi tam olarak 2003 senesinde GKRY’nin tek taraflı MEB ilan etmesi ve buraya uluslararası firmaları çağırmasıyla başlamıştı. Uluslararası hukuka göre son derece sorunlu bu adımlara farklı jeopolitik nedenlerle İsrail, Mısır ve ABD’den, nihayetinde de AB’den destek bulmak elbette GKRY için cesaretlendirici bir etki yaratıyor.
Aslında Türkiye ve KKTC’nin açıkça, Rusya’nın örtülü olarak dışlandığı bu enerji projeleri (örneğin East-Med) a)- ekonomik ve siyasi maliyeti çok yüksek, b)- jeopolitik riskler nedeniyle geleceği belirsiz ve c)- Türkiye ve KKTC’nin haklarını yok saydığı için gayri-hukukidir. Tüm bu nedenlerle de Doğu Akdeniz’deki oyun saf bir ekonomik enerji oyunu olsaydı kâr-zarar/ fırsat-risk hesaplarındaki zarar-risk hanesinin ağırlığı nedeniyle yapılabilir bulunamazdı. Üstelik Türkiye ve KKTC’nin haklarının göz ardı edilmesi üzerine odaklı bu projeler bölgesel ticaretin olmazsa olmazlarından biri olan istikrara katkı sağlamak bir yana kaynak çıkarımı ve ticaretini bölgede istikrarsızlık üretmenin bir aracı haline getiriyorlar. Kimi odaklarca zikredilen olası rezervlerle ilgili rakamlar çok büyük olsa da henüz kanıtlanmış rezerv miktarları ve ticaret hacmi bu tür bir sıfır toplamlı oyun dayatmaktan çok uzak. Tüm bu gerçekler bize, enerji oyunu kisvesi altında rakibi kıymetli alanlardan dışlamaya yönelik bir jeopolitik oyunun ABD tarafından (kimileri için de Rusya tarafından) bölgeye dayatıldığını ve başta GKRY ve İsrail olmak üzere çeşitli aktörlerce bir fırsat olarak çıkarcı bir biçimde satın alındığını düşündürtüyor.
- Türkiye’yi dışlayarak enerji kaynaklarının pazarlanması mümkün mü?
Bu noktada Türkiye alan-kapatma kabiliyetlerini geliştirerek son derece yerinde bir politika izliyor ve bu nedenle de karşı aktörlerde endişe yaratıyor. Bu çerçevede S-400 gibi alan-kapatma sistemlerinin ve geliştirilen donanma ve hava kabiliyetlerinin çok önemli olduğunu ifade etmek gerekir. Benzeri milli sistemler de geliştirilmeli, geliştirilecektir. Türkiye’nin sismik araştırma ve derin sondaj kabiliyetine sahip sayılı ülkeler arasında olmasının ve bölgede mütecaviz ve saldırgan hareketleri caydırabilecek deniz ve hava kabiliyetlerine sahip bulunmasının aslında yukarıda zikredilen jeopolitik oyunun Türkiye ayağını akamete uğrattığı da bir gerçektir. Çünkü bu kabiliyetler artıkça ve kullanıldıkça Türkiye ve KKTC’nin haklarını yok sayan hiçbir projenin ekonomik ve siyasi olarak yapılabilir olması mümkün olmayacaktır. Zaten Ankara, Türkiye ve KKTC’nin uluslararası hukuktan doğan haklarını kullanarak Akdeniz’de bir oldu bittiye müsaade etmeyeceğini de her fırsatta göstermektedir.
Türkiye, halihazırda Akdeniz’de 2004 senesinden itibaren BM‘ye kaydettirdiği kıta sahanlığının dış sınır limitleri dahilinde hukuki haklarını kullanıyor. Ayrıca, TPAO’ya KKTC 2009 ve 2012 senelerinde off-shore lisans garantisi verdi. Nitekim, Kıbrıs Rum yönetiminin 2004 senesinde tek taraflı olarak ilan ettiği sözde MEB’e karşı Ankara da 2011 yılında KKTC ile ruhsat anlaşması yaptı ve Türkiye’yi ada çevresinde kendi deniz yetki alanlarında hidro-karbon kaynak araştırması yapmakla yetkilendirdi. Bu çerçevede, Fatih gemisinin sondajı, KKTC tarafından Türkiye’ye verilen ruhsat anlaşması kapsamında devam ediyor. Temmuz ayı başında Yavuz da sondaj faaliyetine başladı. Türk yetkililer, Türkiye ve KKTC’nin belirli alanlardan dışlanamaz olduğunu gösterecek şekilde kabiliyetlerin kullanılmaya devam edeceğini her fırsatta belirtiyorlar.
- Doğu Akdeniz’de bulunan gazın East-Med Boru Hattı ile Avrupa’ya taşınma ihtimali nedir?
- AB’nin Doğu Akdeniz’deki jeopolitik oyunda tutumu nedir?
Bu sınırlılıklar nedeniyle AB ve Avrupalı liderler Doğu Akdeniz’deki jeopolitik oyunu dönüştürücü bir proje öneremiyor, üyeleri olması hasebiyle kabiliyetleri Doğu Akdeniz’i dönüştürmek konusunda çok çok sınırlı olan ve şimdilik ABD destekli projelere angaje GKRY’nin peşine takılan bir tutum takınıyorlar. Kısaca, Avrupalılar ABD-Rusya-Türkiye arasındaki pazarlıkların uzağına düşmüş, ABD’nin temelde Rusya karşıtı kurguladığı politikanın bir aracı haline dönüşmüş durumdalar, ancak bu sürecin doğru akıllıca bir jeopolitik tercihi ifade edip etmediğinden de emin değiller. Avrupalılar, Doğu Akdeniz’deki soğuk savaşın aktörü olmaktan uzaklaşırken, Doğu Akdeniz’deki, şimdilik ABD’nin desteklediği, Rusya’nın seyrettiği ve Türkiye ile KKTC’yi dışlamaya odaklanan oyunun parçası oluyorlar. Bu yüzden maalesef Avrupa’nın Annan planı referandumu sonrası barış ve istikrar üretmekte başarısız, aldatmacaya dayalı Kıbrıs politikasının da giderek güçlendiğini gözlemliyoruz. Bu tür bir Türkiye karşıtı maske takmak, Rusya karşıtı bir bloğun desteklenmesi gerçeğinden daha güvenli bir seçenek olarak görülüyor. Oysa bu seçeneğin güvenli ve AB’nin stratejik duruşunu/var oluşunu güçlendirici bir tercih olduğunu söylemek çok zor çünkü bu seçenekle AB/Avrupalılar sadece jeopolitik riskleri ve tırmandırma stratejilerini besliyorlar.
- AB/Avrupalılar Doğu Akdeniz’de nasıl bir tutum takınmalı?
Ayrıca cezalandırma eyleminin Türkiye açısından bir etkisi olduğunu söylemek de zor. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu’nun ifade ettiği üzere Brüksel’in bu yaptırımları ciddiye alınmayacak kadar önemsiz, zira Brüksel zaten AB Katılım Öncesi Yardım Aracı (IPA) kesintilerini çok önceden devreye sokmuştu. Kısaca, AB’nin etkisiz, bölgedeki istikrar adına negatif sonuçlar üreten, bölgenin çok önemli bir gücünü ve Kıbrıs Türk toplumunu ötekileştiren bu sağduyudan uzak akılsız politikaları, caydırıcılık işlevi olmayan dolayısıyla aslında güçsüzlüğe işaret eden cezalandırma stratejilerini bir kenara bırakarak bir an önce “fabrika ayarlarına” dönmesi ve Avrupa için çok önemli olan bu bölgede Türkiye ile akılcı diyalog mekanizmalarını ve güven artırıcı tedbirleri devreye sokması gerekiyor.
Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney, BAU CEMES- Akdeniz Güvenliği Merkezi Başkanı, BAU Kıbrıs İİSBF Dekanı