Kürt sorununun -özellikle demokratikleşme, terör ve bölgesel kalkınma bağlamlarıyla- Türkiye’nin 2006 yılında başını ağrıtacak ve yüzleşmek zorunda kalacağı başlıca konulardan biri olduğu çokça dile getirildi. Cumhurbaşkanlığı seçimine kadar krizlerden kaçınma arzusuyla halı altına süpürülen ve bir şiddet olayı yaşanıncaya kadar da bahsi açılmayan Kürt sorunu, ülkenin derin gündemi olarak neşter atılmadığı için ur gibi büyümeye devam ediyor. Kürt sorunu hakkında bu dönemde adamakıllı düşünmekten ve konuşmaktan sakınmanın vebali büyük olacaktır. Toplumsal barışı sürdürmeye ve tarafların tansiyonlarını düşürmeye yönelik somut faaliyetler gözle görülür hale getirilmezse, 2007 seçimleri Güneydoğu’da Kürtçü, kalan yurtta Türkçü partilerin oylarını arttıracağı muhakkaktır. Mart ayı sonlarında, özellikle Nevruz ile birlikte Türk ve Kürt ulusalcılıklarının kapışma noktasına geleceğine dair senaryo iddialarında bulunmuş olmaları dikkate alınacak olursa,1 medya camiasının çözüme katkı sağlayacak bir dil geliştirmek yerine, yangını seyretmeyi tercih ettiğini söylemek abartı olmayacaktır. Hatta, beklenen şiddet olaylarının çıkmamış olmasından duyulan gizli bir üzüntüyü Nevruz günlerinde çıkan gazete başlıklarından sezinlemek de mümkündür.
90’lı yılların askeri yöntemlerine dönüş mü?
21 Mart gününde gerçekleşen Nevruz kutlamaları, gerek ulusalcı gerekse Kürtçü hareket tarafından önemli bir kavşak olarak bekleniyordu. Kürtçü gazetecilere göre, “baharla birlikte Kürtlerin hareketliliğini bastırmak için kitlesel gözaltı ve tutuklamalar yapılacak. Newroz’a kadar cezaevleri ağzına kadar doldurulacak,”şeklindeki aşırı kehaneti gerçekleşmedi.2 Ancak Güneydoğu’da eski günleri hatırlatan gelişmeler olmadı değil. Mesela, OHAL döneminde Van ve Hakkari arasında yer alan kontrol noktaları, uzun bir aradan sonra tekrar canlandırıldı. 2000 yılında kaldırılan yedi kontrol noktası Şubat’ın ikinci haftasından beri tekrar aktif.3 Şemdinli’ye gitmek için yola çıkan kafileler artık önce Erzincan’a girerken GBT testi için durduruluyor; Van’a kadar iki-üç defa polis tarafından yapılan bu yoklamalar, Van’dan sonraki arama noktalarında Özel Harekat Timleri’nin kontrolünde. 4 Şubat’ın son haftasında Dargeçit’te öldürülen yedi teröristten birinin kulağının kesilmiş olması, birinde kurşunun arka kafadan girip çeneden çıkmış olması, çoğunda darp izlerinin bulunması, yollarda defalarca ve saatlerce jandarma tarafından durduruldukları için cenazelerin gece yarısından sonra gömülebilmesi, “ordunun 1990’lı yıllardaki uygulamalarını tekrardan devreye koyduğu” şeklinde yorumlanıyor.5 Dargeçit operasyonundan kimyasal silah kullanıldığı da iddia edildi.6 15 Şubat’ta basın açıklamasına izin vermeyen polis DTP Adana il binasının kapısını balta ve kazmayla kırarak içeride bulunan 232 kişiyi gözaltına aldı.7 Eşzamanlı olarak komşu ülke İran’da da, PKK eylemlerini arttırdıkça Kürt politikası gerginleşiyor. 15 Şubat gösterilerinde 11 kişi öldü, 700 kişi gözaltına alındı; Apo’nun Farsça’ya çevrilen kitapları toplatıldı; 17 Şubat’ta yapılan bir operasyonda 8 İran askeri öldü.8
Kocaeli Ülkü Ocakları’nın 25 Şubat yürüyüşünde zafer işareti yapıp bayrak tekmeleyen ve linç edilmek istenen kişinin Kocaeli Jandarma Komutanlığı’nda görevli bir jandarma erbaş olduğu ortaya çıktı.9 Trabzon’da TAYADlılar’ı linç etmeye azmettiren kişinin de Gazi Katliamı’nın bir numaralı sanığı Adem Albayrak olduğu ortaya çıkmıştı; Şemdinli’deki bombacının Jandarma astsubayı çıkması gibi.
TBMM Şemdinli Araştırma Komisyonu’na bilgi veren Hakkari, Yüksekova ve Şemdinli’nin DTP’li Belediye Başkanları, Başbakan’ın Kürt Sorunu ile ilgili açıklamalarından sonra bölgedeki olayların arttığına dikkat çektiler ve olayların sorumlusu olarak derin devleti gösterdiler.10 Terör Eylem Planı'nın uygulanması için MGK Genel Sekreterliği’nin Seferberlik ve Savaş Hazırlıkları Planlama Dairesi İç Güvenlik Grubu'nu görevlendirmesini; planın 19 Ocak tarihinde Başbakan tarafından imzalanması, 23 Şubat'ta MGK Toplantısı'ndan Tavsiye Kararı olarak da çıkması ve ilgili kurumlara dağıtımı yapılmasını, Ali Bayramoğlu MGK’nın yeniden psikolojik hareket ve devlet içi koordinasyon işlerine geri döndüğüne, siyasetin topyekün bir yaklaşımla MGK'ya teslim edildiğine yordu.11
Ulusalcı cephenin asker cenahı Kuzey Irak’taki gelişmelerin Türkiye’nin güneydoğusuna sirayetine eski yöntemlerle engel olmak amacıyla tehlikeli faaliyetlerde bulunduğu gibi, hükumet de ipleri bu cenahın eline teslim etmeye razı görünmektedir.
Şemdinli ve Yüksekova’da yaşanan olaylar gibi, İmralı adasındaki tek kişilik hapishanede zaten mücerret bir hapis hayatı süren Apo’nun 30 Kasım’da avukatlarına söylediği bazı sözlerin basında yankı bulması üzerine 12 Aralık’ta yirmi günlük hücre cezasına çarptırıldığının Kürtler’e duyurulması da bu faaliyetler setindendir. PKK sempatizanlarının “hücre içinde hücre”, “tecrit içinde tecrit cezası” olarak adlandırdıkları bu uygulama Kürt halkını provoke etmek amacıyla bilerek duyurulmuş ve bu duyuru neticesinde bölgede beklenen karışıklıklar sayesinde askeri müdahale yöntemlerinin önü açılmaya çalışılmıştır. Bu hücre cezasını kullanmakta gecikmeyen terör örgütünün düzenlediği gösterilere katılan kalabalıkları boy boy fotoğraflarla gösteren Kürtçü gazeteler bu politikaları, “devletin Türkiye Kürtleri’ni, adeta zorla Irak devletinin ve dolayısıyla ABD ve İsrail’in kollarına itme çabası” olarak yorumladı. Özgür Gündem’in bir haber analizinde “Türkiye’de Kürtler’in ayrılma ve ayrı bir devlet kurma yönünde bir talebi bulunmadığı” halde, “Kürt halkına yönelik şoven dalga”nın bu cenah tarafından sürdürülmesinin “demokratik çözümde ısrar etmeleri”ne engel olmayacağı yazıldı.12
Askerlerle ilgili fısıldanan ve hiç de inandırıcı olmayan daha vahim bir senaryo, yaşanan olayların Kuzey Irak ile Türkiye Kürtleri arasında bir tampon bölge oluşturmak üzere Hakkari’nin üç sınır ilçesinin (Şemdinli, Yüksekova ve Çukurca’nın) boşaltılmasına yönelik operasyon planlarıdır.
Asayiş sorununa indirgenmiş toplumsal bir mesele kangren olduktan sonra, birilerinin sorumluluk üstleneceğini beklemek safdillik olacaktır. Bu mesele eninde sonunda inisyatif almaktan şimdilik korkan siyasetçilerin kucağında patlayacak, şarapnelleri bütün milleti ve devleti etkileyecektir.
Kürt ve Türk Ulusalcılıkları Birbirini Besliyor
Sorun artık sadece devletin ya da terör örgütünün politikaları değildir. Son aylarda Kürt ve Türk milliyetçilikleri birbirilerini bileyen iki bıçak gibi keskinleştirdi, giderek dillerindeki saldırgan tonu yükseltti. Sağından soluna, oy hesaplarıyla hareket eden Türk siyasal partileri ulusal kimliğe vurgu yapmakta ve Kürt tarafını da keskinleştirmektedir. Medyanın bilinçsizce ve bazen partizan bir biçimde bu “ulusalcı” söyleme 13 kapılıp olayları tırmandırması bu süreçte görülen en tehlikeli tehdittir. Aşırı sağ söylemler merkez partiler tarafından içselleştirilmekte; partiler popülizm uğruna demokrat ve özgürlükçü prensiplerini çiğner hale gelmektedir. MHP'nin, özellikle 1990'larda aşırı sağ gibi gözükmemesinin nedenlerini de ele alan bir yazısında Ahmet İnsel, Türkiye'de siyasal alanın ağırlık merkezinin son yedi-sekiz yıl içinde hızla MHP'lileştiğini; MHP'den öteye, 12 Eylül’den sonra devletin de birçok bakımdan otoriter, şoven, militarist bir zihniyetten beslendiğini belirtmişti. İnsel, bu nedenle yalnız MHP'nin değil, rejimin ana yapısının Türkiye'de klasik bir aşırı sağ kalıba daha yakın olduğunu, DYP, ANAP, DSP gibi "merkez partilerin" her an milliyetçi, şoven veya militarist bir çıkış yapma potansiyeli taşıdıklarını ifade etmişti.14 İnsel’in CHP’yi eklemeyi unuttuğu bu yazısında belirttiği potansiyel tehlikenin bugün gerçekleştiğini ve bu söylemin halka sirayet ettiğini söylemek mümkündür.
Kürt Hareketinin ve Türk Ulusalcılığının Sivil Boyutları Güçlendi
Silahların sustuğu 1999-2005 yıllarında Kürt hareketi “sivil toplum” hareketi görünümüne kavuştu ve artık basitçe askeri güçle üstesinden gelinemeyecek bir ulusal bilinç veçhesi kazandı.
Türkiye’nin AB üyeliği sürecinden, köy boşaltma politikaları sonucunda büyük şehirlere göçle yaşanan Kürt kentlileşmesinden ve Kuzey Irak’ta Kürtler’in devletselleşmesinden güç kazanan Kürt hareketinin pan-Kürdist damarı da kalınlaştı. Daha önce dışsal etmenler olarak görülen bu üç süreç (AB, kentleşme ve Kuzey Irak) artık iç dinamiklere dönüştü.
Buna mukabil, Türk milliyetçiliği de giderek “sivil toplumcu“ bir çizgiye kayarak belki de ilk kez MHP ve Ülkü Ocakları dışında örgütlenmelere gitti. Ekim 2005’in son haftasında Milli Güvenlik Kurulu'nda uygun bulunan yeni Milli Güvenlik Siyaset Belgesi'nde (MGSB) aşırı sağ ‘tehdit’ kapsamından çıkarılarak 'gözlem altına alınması gereken unsur' diye tanımlanmıştı. Bu tanımlama askeriyede de söz konusu damarın güçlendiğini gösterdiği gibi, bu tarz sağ örgütlenmelere yeşil ışık yakan bir düzenleme olarak okunmalıdır. Paramiliter nitelikler taşıyan bu ulusalcı örgütler ilk kez geçen Nevruz’daki bayrak yakma hadisesinin ardından çıkan eylemlerde ve Baskın Oran/ İbrahim Kaboğlu öncülüğünde hazırlanan Azınlık Raporu’nun kameralar önünde yırtılmasından sonra görüldü ve güç gösterilerini Boğaziçi’ndeki Ermeni Konferansı ve Orhan Pamuk davasında sürdürdü. Bu örgütler söylemleriyle PKK ile Kürt halkı arasındaki sınırı kaldırarak sorunun Türk halkı arasındaki algılanışına da zarar vermişlerdir. Sıradan insanlar arasında milliyetçilikten öte, ırkçılığa varacak yorumlar duymak giderek kanıksanmaktadır.
Bu kanıksamayı besleyen entelektüel boyut da göz ardı edilemez. ASAM Başkanı Gündüz Aktan Radikal’deki köşesinde Türkmenler’in Türkiye’ye gelebilmeleri karşılığında “Kürtler’in kendi rızalarıyla Kuzey Irak’a gitmeleri en doğru çözüm olacak” diyebilmiş, “gönüllü bir mübadele”den söz edebilmiştir.15 Anadolu’dan sadece azınlıklar mübadele ile dışarı gönderilmişken, cumhuriyetin en önemli iki kurucu unsurundan biri için bunu teklif edebilmek vatanseverlikle çelişen bir pozisyondur. Aktan’ın bu şoven yazısını müjdelercesine, ondan birkaç gün önce PKK yanlısı Özgür Gündem gazetesinin bir yazarı köşesinde şöyle yazmıştı: “Bugün Kürtler’in inkarı ya da asimilasyonu değil, Anadolu’dan kovulması üzerinden yeni bir ülkü gelişiyor… Türkçülük hareketi ilk defa bir yol ayrımına işaret ediyor. Ve belki de Türkçü aktörler ilk kez saf ırkın yurdu ülküsünü tahayyül alanından çıkarıp gerçekleştirme dinamiğine dönüştürüyor.” 16
“Bugün Türk ve Kürt kamuoyları birbirinden tamamen kopma yolunda” diyen Etyen Mahcupyan da bir yazısında bölgede yaşayan bir aydınının gelecekle ilgili kaygılı öngörüsünü şöyle aktarmıştır: “Muhtemelen çevre bölgelerdeki Kürtler giderek kentlere göç ederken, daha önce batıya yerleşmiş olanlar da güvenlik kaygısıyla bölgeye dönmeye başlayacaklardır”. 17 Bizce bu dönüş sadece güvenlik kaygılarından değil, artık sosyal muhayyile olarak da icat edilmiş ve kurulmuş bir seküler Kürt kimliğinden ve Kürdistan fikrinden de güç alacaktır.
Ulusalcı Cephe Safları Sıklaştırıyor
En sağdaki ile en soldakinin, teşkil edilen anti-AB ve anti-Kürt cephesinde birbirine omuz verebilmesi ve ortak bir kümede toplanabilmesi, Türkiye’de ideolojik ayrımları yeniden kategorize etmemizi gerektiren bir saflaşmaya işaret etmektedir. Klasik sağ-sol ayrımı tarihe, bu iki düşman cenahın mensupları da birbirine karıştı. Yeniçağ gazetesinin Onur Öymen’le “CHP Genel Başkan Yardımcısı Öymen, AKP’nin Planlarını Deşifre Ediyor” ve “Avrupa Birliği Raporlarındaki Mayınları Patlatıyor” başlıkları altında iki gün tam sayfa röportajlar yapabildiği bir dönemdeyiz artık. 18 İsmet Berkan’ın “Kızıl Elma koalisyonu” adını taktığı bu yeni oluşumun argümanları çok ikna edici ve mantıklı değil; ama bu durum akımın etkisini azaltmıyor. Mesela, “alt-üst kimlik” ve “anayasal vatandaşlık” tartışmalarında ulusalcı cephenin Avrupa anayasalarını örnek göstermesi kendi varlık sebeplerine terstir: Avrupa Birliği’ne girmeyi reddeden kesimin Avrupa anayasalarını örnek gösterme hakkı olmamalıdır. Ancak halk nezdinde mantıksızlıklar algılanmıyor ve tam tersi, bu akım halkın ulusalcı eğilimlerinin tonunu koyulaştırıyor. AB Komisyonu Türkiye Delegasyonu Başkanı büyükelçi Kretschmer, bir röportajında son aylarda meydana gelen gelişmeleri göz önüne alarak, “Türkiye’nin AB’ye girmesi için milliyetçilik sorununu çözmesi gerek”tiğini söyledi. Emre Gönen de Türkiye’de AB entegrasyonuna karşı faşizan bir söylemin yükseldiğini, daha önce bu söylemle ilgili olmayan kitlelerin bunu benimsemeye başladığını belirterek, "her türlü milliyetçiliğin destek bulabildiği bir ortam var. Hiç söylenemeyecek şeyler çok rahatlıkla telaffuz edilebiliyor," dedi.20 Stratejist Nihat Ali Özcan, Türkiye’de milliyetçiliğin giderek yığın milliyetçiliğine dönüştüğünü, giderek daha fazla düşman tarif eden bir milliyetçiliğe evrildiğini, linç psikolojisine daha yatkın bir ortam oluşmaya başladığını söylemiştir.21 İnsan Hakları Derneği’nin Şubat’ın son gününde yayınladığı 2005 Yılı Raporu’na göre de, “2005 yılı toplumun kışkırtıldığı, saldırgan milliyetçiliğin açıkça ya da örtülü bir biçimde desteklendiği; demokratik hak ve özgürlüklere saldırıların ve linç girişimlerinin cesaretlendirildiği, hatta teşvik edildiği bir yıl oldu." 22
Sonuçta, durumdan vazife çıkarma misyonuyla hareket ettiklerinde Kürt düşmanlığı ortak paydası altında birleşen bu cephenin toplumsal huzura bir tehdittir; bunları zayıflatmaya yönelik ve vatanseverlik temelli iletişim stratejileri oluşturulmalıdır.
Demokratikleşme ve Reform Rüzgarları Dindi mi?
Türkiye’de son aylarda yaşanan gelişmeler 1999 Depremi’nden beri esen demokratikleşme ve reform rüzgarlarının dindiğini ve 90’lara bir dönüşün yaşandığını düşündürmektedir. Ancak yeni şartlar, 90’ların politikalarına uygun zemin sağlayacak nitelikte değildir. Konjönktürün değişmesinde çeşitli etkenler rol oynadı: Kuzey Irak’ta Kürtler’in Bağdat’tan bağımsızlıkla sonuçlanabilecek adımlar atmalarından ve devletleşmelerinden doğan endişeler; bu endişeyi büyüten PKK eylemleri, Güneydoğu’dan dönen asker cenazeleri, bölgede yaşanan adam kaçırmalar; AB sürecinde Kıbrıs, Güneydoğu, Azınlıklar, Patrikhane, Ermeni meselesi, tarım politikaları gibi konulardan kaynaklanan gerginlikler; Avrupa’da güçlenen muhafazakar rüzgar. Küreselleşmenin getirdiği eşitsizliklerin bütün dünyayı bunaltması, 2005 yılında liberal politikalardan bıkan seçmenlerin birçok ülkede sağ partileri başa getirmesine, ya da liberal partilerdeki muhafazakar unsurların çoğalmasına yol açtı.
Kürt hareketi de Türkiye’de özellikle de Başbakan’ın sorunu tanımlayan açıklamasından sonra baskıcı politikaların arttığını, devletin statükocu kesimlerinin bu açılımlara tepki göstererek ittihatçı yöntemlere döndüğü fikrindedir.
Adalet Bakanı’nın geçen yıl gerçekleşen Ermeni Konferansı’na katılan Türk akademisyenler için “Türk milletini arkadan hançerleme” deyimini kullanabilmesi ve bu çıkışının uluslar arası akademik çevrelerden aldığı ağır tepkiler bir yana, Pamuk ve Ağca davalarındaki tavırları rahatsızlık vericiydi. Adalet bürokrasisi zaten devletin en statükocu kurumuyken, başında bu fikriyata ödün vererek toplumsal dengeleri gerecek açıklamalarda bulunan bir bakanın olması ülkenin geçtiği badireli zamanlar için hiç de uygun değildir.
Adalet Bürokrasisi Eğitilmeli
Türk adalet bürokrasisi maalesef çok tutucu ve demokrasi özürlüdür. Bu nedenle siyasi veçhesi bulunan davalarla ilgili olarak alınan adli kararlar bugün toplumu geren dinamiklerden biri olan ulusalcı dediğimiz camianın ekmeğine yağ süren cinstendir. Toplumsal gündem maalesef yanlış yargı kararları etrafında şekillenmektedir. Son aylarda toplumsal dengeleri geren önemli gündem maddeleri hep adli işlemlerle ilgilidir. Kanunları uygulayan meslek grubu zihniyetini değiştirmeden hukuksal reformların gerçekleşmesi, demokratik yasaların kabulü maalesef hep kağıt üzerinde ve göstermelik kalacaktır. Adalet Bakanlığı, yurtdışı ayağı da olan kapsamlı bir eğitim çalışması planlamalıdır. Taşra yargıçlarının kısır kasaba kültüründen vazgeçemeyen tutuculuğu büyük şehirlerde önemli mahkemelerde görev aldıklarında da sürmekte, devletin hukuki alanda attığı ileri adımları tökezletmektedir.
MGK Genel Sekreteri Büyükelçi Yiğit Alpogan, 24 Ocak 2006’da konuşma yaptığı Washington Enstitüsü’nde aynı soruna parmak basarak “Türk yargısı eğitilsin. Türk yargısının fikir ve ifade özgürlüğü anlayışı, bu alanda uluslararası görüşten, modern, medeni ülkelerin anlayışından çok uzakta. Bu farkı eğitimle kapatmalıyız" dedi.23
Adalet bürokrasisinin verdiği mahkumiyet kararları yüzünden Türkiye sürekli AİHM’de mahkum olmakta ve onbinlerce YTL tazminat ödemektedir. Mesela, 11 Ocak 2006’da sonuçlanan 13 davanın tamamında Türkiye mahkum oldu. Bunlar arasından şu üç davayı zikretmek kafi olacaktır: Özgür Bakış gazetesinin, OHAL'in yürürlükte olduğu dönemde, 1999’da, yargı denetimine kapalı olan bir kararla Diyarbakır, Hakkari, Siirt, Şirnak, Tunceli ve Van'da yasaklanması üzerine gazete çalışanlarının açtığı ve 10 Ocak 2006’da sonuçlanan davada Türkiye 22.400 YTL; 1993'te partisinin yıllık kongresinde konuşma yaptığı ve "Savaş Değil, Demokratik Çözüm" başlıklı bir bildiri yayımladığı için mahkum olan Demokrasi Partisi Merkez Komite üyesi Refik Karakoç'un açtığı davada ise 4 bin YTL’ye mahkum oldu.24 "Öcalan ve Burkay'la Kürt Sorunu” başlıklı kitabından dolayı mahkum olan Oral Çalışlar’a dostane çözümle 4 bin YTL ödemeye kabul ederek dosyayı AİHM kayıtlarından sildirdi. Türkiye bu onüç mahkumiyetin onikisinde işkence, yargısız infaz, etkili soruşturma yapmamak, gözaltı süresini aşma, kötü muamele, ifade özgürlüğünü ihlal, adil yargılanma hakkını ihlal gibi demokratikleşme özürlerinden kaynaklanan suçlardan hüküm giymiştir.
Anayasa Değişiklikleri Lazım
Elbette hukuki alanda hala yapılması gerekenler de vardır. Şimdilik uygulanma ihtimali olmasa da, konjunktür uygun hale geldiğinde yapılması gereken en radikal reform anayasada Kürtler’i rahatsız eden hükümlerin yumuşatılmasıdır.26 Her kesimden bu yönde talepler ve temenniler olmuştur. Mesela, CHP eski Genel Sekreteri ve Radikal yazarı Tarhan Erdem, sorunun üzerine giderken “iki anlama gelen cümleler kurmadan”, “sorulara soyut kavramlara boğulmadan, tek manaya gelecek cevaplar verebilmeli” demiş ve şöyle devam etmiştir: “Anayasamızı değiştirmemiz lazım… 126. ve 127.maddelerinin yeniden yazılması lazımdır. Çünkü anayasamızın 127.maddesinde vesayet hükmü getirilmiştir. Bu madde yönetimin merkezi idarenin vesayeti altında gerçekleşmesini hükme bağlar. Oysa demokratik yönetim, tercihlerin merkezi değil, yerel yönetimler tarafından yapılmasına dayanır.” 27
Asıl talep anayasanın 66.maddesinin değiştirilmesiyse de, bunun bugünkü şartlarda yapılabilmesi maalesef zordur. “Türk Devleti’ne vatandaşlık bağı ile bağlı olan herkes Türk’tür” maddesi, Mahcupyan’ın belirttiği gibi, vatandaşı devletin kimliğine mahkum eden, onun Türklüğünü devletle ilintili kılarken, devleti de ‘Türk devleti’ olarak adlandırmakta beis görmeyen, devletin nasıl olup da ontolojik olarak daha önceden Türk olabildiğini muğlak bırakan, adeta hiçbir vatandaşı olmasa bile bu devletin ‘Türk devleti’ olduğunu ima eden 28 bir anayasa hükmüdür.
Kürt Siyasetini Çoğullaştırmak Mümkün mü?
Mahcupyan bir yazısında bugün bölgede dağda akrabası olmayan neredeyse hiçbir ailenin kalmadığını belirttikten sonra, “PKK yörenin insanları için siyasi bir referanstan ziyade, cemaatçi bağları yaşatan bir yapılanma haline gelmiş,” dedi. 29
Terör örgütünün bu gücü yeterli bir alternatifinin olmamasından kaynaklanmaktadır. Zaten örgüt böyle bir potansiyel vadeden eden kişileri ve grupları ortadan kaldırma politikası uygulamıştır. Daha da vahimi, devletin kendisi şimdiye kadar bu örgüt dışında bir temsile müsaade etmeyecek zeminin oluşmasına katkıda bulunmuştur. Geç de olsa, artık alternatif önderlik imkanlarının yolu açılmalıdır. Bölge halkına böyle bir imkanın mevcut olduğu, tercihin mümkün olduğu mesajı verilmelidir. Toplumsal temsil kanallarının açılması gerekmektedir. “Legal görünümlü Kürt kimlikli unsurlar, çözüm getirici çalışmalar içerisindeki yerlerini alamamışlardır,” diyen emekli MİT Müsteşar Yardımcısı Cevat Öneş’e göre de, “demokratik sistemin kalıpları içerisine girebilecek, sistemle entegre olabilecek oluşumlara yardımcı olunması ve yönlendirilebilmeleri” elzemdir. 30
Kürt siyasetinin en aşırı teklifi anadilde eğitimdir ki, ona varıncaya kadar birçok sağduyulu Kürt politikacıyla üzerinde uzlaşılabilecek başka konular vardır. Kaldı ki, anadilde eğitimle ilgili olarak beklenmedik çevreler bile yolları açan yorumlarda bulunmuş, mesela, Erkan Mumcu 2006 yılıyla ilgili öngörüsünde, “şimdilik RTÜK’te takılan anadilde yayın ve anadilde eğitim, işleyen bir metot haline gelecek” diyebilmiştir.31
Sonuç olarak, Kürt hareketinin ve Türk ulusalcılığının bugün geldiği noktada sivil toplum boyutlarının güçlendiği, saflarının sıklaştığı söylenebilir. Buna mukabil, reform rüzgarlarının dindiği bu dönemde, 1999 öncesinin ittihatçı çözüm yöntemleri, hatta onları aşan öneriler daha sık dile getirilmeye başlandı.
Böyle bir ortamda Başbakan Kürt sorununa iyi niyetli bir yaklaşım izhar etmeye çalışmışsa da, söylediklerinin arkasının gelmemesi hayal kırıklığı yaratmıştır. Somut adımların atılmaması demokratik talepleri olan Kürtler’i devlet politikaları konusunda ümitsizliğe sevk etmiş ve tartışmaların ulusalcıların elini güçlendirecek şekilde seyretmesine neden olmuştur. Bu sonuçta katkısı azımsanamayacak olan adalet bürokrasisi, aldığı tarafgir kararlarla kamuoyunun gündemini belirlemiş ve toplumsal taşkınlıklara sebebiyet vermiştir. Medya da bu yangınlara odun taşıyan tutumlar sergilemiştir.
1 “Bölgeden gelen haberler Nevruz’a kadar bir girişimde bulunulmazsa, toplumsal olayların hızla tırmanabileceğine işaret ediyor”, Ergun Babahan, “Kürt Sorunu ve Erken Seçim”, Sabah, 24 Ocak 2006; Güler Kömürcü, “Marttan Sonra Türkler Çıldırabilir”, Akşam, 27 Aralık 2005 ve “Erdoğan; Onlar Yaptı Biz Niye Yapmayalım”, Akşam, 31 Ocak 2006. Kömürcü, “Çılgın Türkler’rol modeli(nin), ulusal kuvvetler, bölgesel milliyetçi akımlar, şahin hareketleri de içeren bu eğilimin Türkiye'nin yakın geleceğinde çok önemli misyonu olacağını” da yazdı. Nevruz’a Mehmet Ali Birand da dikkat çekti: “ İşin pratik yönüne bakılırsa, önümüzdeki Salı günü kutlanacak olan Nevruz, Kürt hareketinin boyutlarını ve gücünü gösterecek. Hazırlıklar yapılmış. Büyük bir sivil itaatsizlik sergilenecek. Tabii bu arada bazı grupların provokasyona girmeleri de büyük olasılık,” Kürt Sorununu Tartışmaya Alıştık”, M.A.Birand, Milliyet, 14 Mart 2006. 2 “Kanallar tıkanırsa…”, İrfan Uçar, Özgür Gündem, 21 Şubat 2006 3 “Dur..git..dur..git..DUR!”, Özgür Gündem, 21 Şubat 2006. 4 “Şemdinli Yolculuğu ve Düşündürdükleri”, Melih Ateşer, Yol: Siyasi Dergi, sayı 9, Ocak-Şubat 2006, s.14-16. 5 “Kulakçılar yeniden devrede” ve HPG’liler geceyarısı defnedildi”, Özgür Gündem, 1 Mart 2006. 6 26 Şubat 2006 tarihli HPG-BİM Açıklaması. Terör örgütünün bu açıklamasından, TSK’nın 23 Şubat Dargeçit operasyonundan önce, 11, 20 ve 22 Şubat’ta üç başarısız büyük operasyon daha yaptığını öğreniyoruz. 7 “DTP’liler bakanlığı şikayet edecek”, Özgür Gündem, 1 Mart 2006 8 “Kitapçılara Öcalan Baskını”, Özgür Gündem, 1 Mart 2006 ve “Doğu Kürdistan’daki Halkımıza Baskılar Devam Ediyor”, www.hpg-online.com.tr. 9 “Ülkücülerin yürüyüşünü jandarma provoke etmiş”, Zaman, 28 Şubat 2006 10 “DTP’liler ‘derin devlet’i suçladı,” Cumhuriyet, 1 Mart 2006 11 “MGK'nın geri dönüşü mü?”, Ali Bayramoğlu, Yeni Şafak, 1 Mart 2006. 12 Sakine Topoğlu, “Hücre cezası bölünmeyi mi amaçlıyor?”, Gündem, 23 Ocak 2006 13 “Ulusalcı” söylemden kastedilen klasik anlamda Türk milliyetçiliği değil, “Kızılelma koalisyonu” olarak adlandırılan grupların dillendirdikleri anti-AB, anti-Kürt ve ırkçılığa boyutunda şovenist bir dil kullanan kesimdir. 14 "Bizde Aşırı Sağ Nerede?", Ahmet İnsel, Radikal İki, 12 Mayıs 2002. 15 “Geleceğe Doğru (4)”, Gündüz Aktan Radikal, 10 Ocak 2006. 16 “Türk Milliyetçiliği Nereye?” Fırat Aydınkaya Gündem, 6 Ocak 2006. 17 “Kürt Meselesi: Öngörü”, Etyen Mahcupyan, Zaman, 18.12.1005. 18 Yeniçağ, 22-23 Ocak 2006. 19 “Milliyetçilik Sorununu Halletmeniz Gerek”, Akşam, 5 Mart 2006. 20 “Bilgi Üniv.AB Koordinatörü Dr. Emre Gönen: Yükselen Faşizan Dalga var,” Özgür Gündem, 6 Mart 2006. 21 “Ordu Ülkesinin Homojen Olmadığını Gördü”, Doç. Dr. Nihat Ali Özcan Röportajı, Yeni Aktüel, sayı 33 (23 Şubat-1 Mart 2006), s.51. 22 28 Şubat 2006, http://www.ihd.org.tr 23 Milliyet, 25 Ocak 2006. 24 “AİHM’de, Türkiye için kara gün”, http://www.evrensel.net/06/01/12/politika.html. 25 “Çalışlar Davası Silindi”, Radikal, 18 Ocak 2006. 26 “Kürtlerin birlikte kurduğu Cumhuriyet’in yasasından dışlanması, sorunun nedenidir. Kimlikleri gizleme sorunu büyütür,” Hüseyin Akar, “Ölümcül Kimlik”, Özgür Gündem, 16 Ocak 2006, s.4. 27 “Kürtler’in Temsil Hakkı Olmalı”, Tarhan Erdem, Yeni Aktüel 22, 13-19 Aralık 2005, s.60-62. 28 Etyen Mahcupyan, “Yılbaşı Kimliği”, Zaman, 1 Ocak 2006. 29 Etyen Mahcupyan, “Yenide Nüfus Meselesi mi?”, Zaman, 5 Aralık 2005. 30 Cevat Öneş, “Çözüm Gerçeği Görmekte”, Radikal, 25.01.06, s.11 31 “Erkan Mumcu: Ekonomik Kriz Riski Var”, Tempo Sayı 51/941, 16 Aralık 2006, s.54.