Uluslararası ilişkilerde algılar önemlidir. Zira aktörlerin davranışları onlara dair önceden oluşturulmuş tarihsel imaj ve kültürel kodların süzgecinden geçerek anlam bulur. Algıların varlığı maddi gerçekliğin inkârı ya da küçümsenmesi anlamına gelmez. Ancak maddi gerçekliğe anlam kazandıran o gerçekliğe aktörlerce atfedilen anlamdır. Algılar statik değildir, değiştirilebilir. Aktörlerin eylemleri onları doğurur, dolayısıyla eylem değişince algı da değişebilir.
Türkiye değişiyor, Avrupalıların Türk dış politikası algısı da. Aslında 2005 yılında başlayan üyelik müzakerelerin de etkisiyle iç siyasi gelişmeler Avrupalıların Türkiye algısını belirleyen temel faktör olagelmiştir. Ancak son on yılda ülkenin gösterdiği ekonomik performans ve dış politika aktivizmi Türkiye’nin Avrupa entelektüel düzeyindeki varlığının yeniden inşa edilmesinde etkili birer faktör haline gelmişlerdir.
Onlarca yıldır Batı’nın öngörülür müttefiki olarak dış politikası analize değer görülmeyen Türkiye’nin dış politikada belli değer ve ilkeler belirleyerek bunları uygulamaya koymasının Avrupalı entelektüeller üzerindeki ilk etkisi derin bir şaşkınlıktı. Tabii ki zihniyetleri değiştirmek kolay bir süreç değildir, zaman ve sabır ister, pek çok belirsizlikleri de beraberinde getirir. Avrupalıların şaşkınlığı Türk dış politikasındaki değişime yönelik pek çok endişe doğurdu. Ancak ilk şaşkınlığın atlatılmasıyla, Avrupalılar ilk kez Türk dış politikasına bakıp daha nitelikli ve objektif bir görüş oluşturmaya başladılar.
SETA tarafından geçtiğimiz hafta yayınlanan Avrupa’da Türk Dış Politikası Algısı adlı rapor işte tam da Avrupalı entelektüellerin ve karar alıcıların Türk dış politikasına dair yeni yeni oluşturdukları bu nitelikli algının ne olduğunu ortaya koymaya çalışıyor. SETA Raporuna göre Avrupalıların Türk dış politikası algısı oldukça olumlu ve rasyonel temellere dayanıyor. Türkiye’nin bölgesinde giderek artan etkinliğinden ve yapıcı rolünden memnuniyet duyan Avrupalılar, Türkiye’nin çok yönlü diplomasisinin küresel bir aktör olmayı hedefleyen ancak bunu gerçekleştirecek vizyonu yetersiz kalan AB için yadsınamaz bir değer olduğu görüşünde.
Türk dış politikası değişti değişmedi tartışmaları noktasında da Avrupalı entelektüellerin daha incelikli bir yaklaşım benimsedikleri ve bu süreci oluşturan küresel ortamdaki gelişmelere vurgu yaptıkları görülüyor. Bununla birlikte, değişen uluslararası ortamı doğru okuyan AK Parti’nin dış politikaya kendi tarzını getirerek ve değişim sürecini hızlandırdığı fikri öne çıkıyor. Türkiye’nin son yıllarda gösterdiği dinamizm, bu minvalde, ülkenin ideolojik bir hatta eksen kayması yaşadığı ve hatta ‘‘İslamlaştığı’’ şeklinde yorumlanmıyor. Tam aksine Avrupalı entelektüeller eksen kayması ve Yeni Osmanlıcık gibi Türk dış politikasında dini faktörleri ön plana çıkaran kavramsal yaklaşımları oldukça indirgemeci ve yersiz buluyorlar. Ekonomik çıkarların Türkiye’nin dış politikasını şekillendiren en önemli faktör olduğu görüşü ise beklenenin aksine Avrupa’da oldukça yaygın.
Bu olumlu bakış açısına rağmen Avrupalılardaki Türk dış politikası algısı içinde soru işaretleri de barındırıyor. Bu soru işaretleri, Türkiye’nin dış politika alanında yoğun faaliyet yürütmesinden ya da bağımsız hareket etmesinden değil, Türkiye’nin bu aktivizmde kullandığı dilden kaynaklanmakta ve benzer şekilde bağımsızlığını ifade biçimi de rahatsızlık yaratmaktadır.
Türk liderlerin Batı hegemonyası ve çifte standartlarına yönelik Ortadoğu, Balkanlar ve Kafkaslar gibi Batılı olmayan platformlarda seslendirdiği sert eleştiriler Türkiye’nin bir ortak değil, ‘‘rakip güç’’ olarak algılanmasına yol açıyor. Yine Ortadoğu’daki Batı karşıtı aktörler ve gruplarla sergilenen dostluk Türkiye’nin Avrupa’ya ne tür bir ortak olacağı konusunda soru işaretlerine neden oluyor.
Türkiye’ye dair var olan kafa karışıklığı tek bir yönde ilerlemiyor. Avrupa da Türkiye’den ne istediği konusunda net değil. Türkiye’nin Arap Baharı sürecinde izlediği siyaset her ne kadar sofistike bulunsa da, Avrupa Türkiye’nin bölgenin geleceğinde ne türlü bir rol oynamasını ister sorusu yanıtsız kalıyor. Türkiye’nin Avrupa’nın siyasi plan ve stratejisinde bir türlü hak ettiği yeri alamaması Avrupalı karar alıcı ve siyasilerin Türkiye’ye karşı temkinli yaklaşması ile açıklanabilir. SETA raporunun da teyit ettiği üzere Türkiye’nin dış politika algısı karar-alıcılar arasında entelektüellere kıyasla daha az olumlu. Bu anlamda Türkiye’nin potansiyel bir rakip olarak görülmesi bile söz konusu.
Avrupa’nın ekonomik krizle boğuştuğu ve yeniden yapılanma sürecine girdiği böylesine bir dönemde Türkiye son yıllarda sergilemiş olduğu ekonomik performansı sürdürmeye devam ederse dış politika alanında da etkili olmaya devam edecektir. Avrupalıların kabul ettiği üzere AB önümüzdeki on yıl boyunca ekonomik ve parasal konulara yoğunlaşacak. Bu süreç zarfında AB için dış politikanın önceliğinin azalması muhtemel. AB’nin giderek azalan etkisi Türkiye’nin yapıcı rolü ve artan etkisiyle dengelenebilir. Bu açıdan bakıldığında Türkiye’nin önümüzdeki yıllarda AB’nin göz ardı edemeyeceği bir dış politika ortağı olma ihtimali yüksek. Bu ise Türkiye’nin şimdiye kadar imajını belirleyen İslam ve göç korkusu gibi irrasyonel etmenlerin etkilerinin azalmasını ve Türkiye tartışmalarının daha da rasyonel bir temele evrilmesini beraberinde getirecektir.
Sabah / Perspektif (12.05.2012)