Esasen bir kez daha görülüyor ki Türkiye’de asıl tartışılması gereken konu mahalle baskısı değil, belki de medya baskısıdır.
Son yıllarda gündemimize giren en ilginç kavramlardan biri de “mahalle baskısı”. Bu kavram 2007 yılında Şerif Mardin tarafından ortaya atıldı ve daha çok muhafazakâr Türkiye’nin kendisi gibi olmayan Türkiye’yi hoşgörüsüz bir şekilde görünür-görünmez yöntemlerle baskı altına almaya çalıştığı ana fikrine dayanıyordu. Belki önemli bir sosyal bilimci olarak Şerif Mardin doğrudan böyle bir içeriği ifade etmek istememiş olsa da, sonuçta medyanın ve bazı siyasilerin sarıldığı içerik bu oldu. Bugün biri başörtülü diğeri başı açık iki arkadaş, basit bir nedenden dolayı Taksim’de kavga etse ve MOBESE kameraları bu görüntüleri çekse, akşam haberlerine mahalle baskısı diye haber olabilirler. Örneğin, son günlerde Tophane ve Mardin’de gündeme gelen iki farklı olay üzerinden ve YÖK’ün üniversitelerde başörtülü olarak derse girilip girilemeyeceği konusunda rektörlere gönderdiği yazıdan yola çıkarak yeniden bir mahalle baskısı tartışması ortaya çıktı. Varılan nokta genelde aynı: Türkiye siyasi yapılanması sebebiyle muhafazakârlaşıyor ve bu durum toplumun belli kesimleri üzerinde baskı oluşturuyor. Ben gerçeğin zaten böyle olmadığını en baştan kabul ve ifade edip esas Türkiye’de belli konular üzerinden bir “medya baskısının” olup olmadığını tartışmaya açmak istiyorum.
Medya yazılı ve görsel bir arena olarak toplumun duygu ve düşünce dünyasına imge ve semboller yoluyla mesajlar gönderir. Yazılı arenada kullanılan kavramlar, görsel arenada ise seçilen görüntüler önemlidir. Mahalle baskısı kavramı entelektüel bir maskeye sahip olması sebebiyle medyanın çok güzel kullanabileceği bir kavram; çünkü bu kavramı ortaya atan herhangi bir köşe yazarı değil, Türkiye’nin en önemli sosyal bilimcilerinden biriydi. Dolayısıyla rahat bir biçimde ve itirazları göğüsleyecek kuvvette kullanılabilirdi. İkincisi siyasette son yıllarda belirginleşen kutuplaşmanın bazı küçük yansımalarını seçip büyüteçle ekrana taşımak ve “Türkiye muhafazakârlaşıyor ve kültürel olarak bölünüyor” demek, iktidara “sizden dolayı bunlar oluyor” demenin bir başka yoluydu. Keşke gerçekten toplumsal ve kültürel anlamda Türkiye’de nasıl bir dönüşüm olduğunu tartışıyor olsak; hangi toplumsal kesimlerin nasıl yeniden biçimlendiğini konuşuyor olsak! Ama durum bu değil. Zaten medyamız böyle entelektüel konuları tartışmaktan aslında pek zevk almaz. Üstelik böyle konuşmalar fazla reyting de toplamaz. Kestirme yargılar, klişe ama keskin cümleler, tek bir örneklemden yola çıkarak yapılan genellemeler iş başındadır çoğunlukla. Böylelikle hem ateşli tartışma ortamları oluşturularak reyting yakalanır, hem de bu “mahalle baskısı” tartışmaları üzerinden bir yerlere mesaj göndermek için daha çarpıcı bir yoldur. Türkiye’de ihtiyacımız olan asıl şey yapıcı eleştiriler ve düzeyli tartışmalar. Zira eleştiren neyi niçin eleştirdiğini biliyorsa ve bunu yapıcı bir üslupla yapıyorsa o zaman karşısındakinin düzeysizleşmesini belki de en baştan engellemiş olur. Bir kısım medya ise yapıcı eleştiri yerine yıkıcı ve düzeysiz bir habercilik yaklaşımını tercih ediyor. Bu da sadece ve sadece bir biçimde mevcut olan ayrışmış/kutuplaşmış toplumsal kesimlerin daha da ayrışmasına zemin hazırlıyo