Trump, Evanjeliklerin desteğini kazanmak için bu konunun üzerine gitmemiş ve Türkiye’nin egemenliğine bu ölçüde müdahil olmaya çalışmasaydı, Brunson krizi daha yumuşak bir şekilde yönetilebilirdi. Trump, iki ülke arasındaki hem diplomatik teamülleri ihlal etti hem de Brunson’u riske atarak, bu konuyu kendi çıkarları için manipüle etti. Trump’ın bu diplomatik nezakete ve iki ülke ilişkilerinin düzeyine uymayan tavrı, iki ülke arasındaki ilişkilerdeki güven bunalımını derinleştirmiştir. Sonuçta, Türk yargısı Brunson konusunda kararını vermiş, Brunson’u suçlu bulmuştur ve tutuklu bulunduğu süre göz önünde bulundurulduğunda tahliye olup ülkesine dönmüştür.
Brunson krizinin çözülmüş olması, iki ülke ilişkilerinde normalleşmeyi doğrudan sağlamayacaktır. Böylesi bir normalleşme olabilmesi için Amerikan tarafının FETÖ ve PKK/PYD konularında adım atması, Hakan Atila ve Halkbank davasında adım atması ve S-400’ler konusunda Türkiye’ye yönelttiği tehditleri çekmesi gerekmektedir. Bahsi geçen dosyalarda somut adım atılacağına dair henüz bir işaret mevcut değildir. Aslında bütün bu konuların arkasında yatan en önemli gerekçe, ABD’nin Türkiye ile asimetrik bir ilişki kurma ısrarıdır. ABD-Türkiye ile eşit düzeyde bir ilişki kurma tavrına girerse ve bütün bu konularda buyurgan tavrından vazgeçerse, iki ülke arasındaki ilişkiler hızlı bir normalleşme içerisine girecektir. Suriye, Türkiye-ABD ilişkilerinin seyrini belirleyecek önemli konu başlıklarından biridir. Bundan sonra ilişkilerin seyrinde Suriye dosyası ve ABD’nin Türkiye’yi tehdit eden örgütlerle ilişkileri belirleyici rol oynayacaktır.
Türkiye-ABD ilişkilerinde Suriye düğümü
ABD’nin Suriye’deki stratejik ve uzun vadeli müttefiki PYD/YPG, taktik işbirliği içerisinde olduğu aktör ise Türkiye’dir. Türkiye’nin bu tablo içerisindeki öncelikli seçeneği, ABD’nin terör örgütü ile ittifakının maliyetini artırmak ve ittifakı işlevsiz hale getirmek olacaktır. Aksi durumda Türkiye’nin güvenliği açısından uzun vadeli bir risk ortaya çıkacaktır. Türkiye’nin yalnızca NATO müttefiki ile ilişkileri bozulmayacak, aynı zamanda bu müttefiki, kendisi için tehdit olan bu terör örgütü ile kalıcı işbirliği sağlayacaktır. ABD’nin bu oyununu bozmaya çalışırken, aynı zamanda daha yapıcı alternatifler ortaya koyma konusunda da çaba sarf etmek Türkiye’nin çıkarınadır. Brunson krizinin çözülmüş olması, Türkiye-ABD ilişkilerinde yapısal bir dönüşüm getirmeye yetmeyecektir ancak bir süredir dondurulmuş olan yapıcı diplomatik etkileşimlerin önünü açabilir. Türkiye bütün bu tabloyu soğukkanlı bir şekilde ele alarak ABD ile ilişkilerini normalleştirmenin şartlarını ortaya koymalıdır.ABD, Suriye savaşının başından beri Türk ordusunun kendi çıkarları doğrultusunda Suriye’ye girmesini istemekteydi. Türkiye bu konuda çekinceli bir şekilde davranıp Suriye savaşına doğrudan müdahil olmayınca, ABD’nin Türkiye’ye karşı tavrı tamamen olumsuz bir yöne evrildi. 2013 yılı ortasından bu yana Türkiye-ABD ilişkilerinde yaşanmakta olan bütün bu türbülansı bu değişimin bir sonucu olarak okumak gerekiyor. ABD’deki yetkililer Türkiye’yi onlarca yıldır askeri olarak destekliyoruz, ihtiyacımız olduğunda bizim işimizi görmeyeceklerse varsın rejim değişsin yaklaşımı içerisine girdiler ve Türkiye’de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve AK Parti iktidarını istikrarsızlaştırmaya çalıştılar. ABD’deki lobiler de buna paralel olarak Türkiye aleyhine faaliyetlerini artırarak, Türkiye’yi ve Erdoğan iktidarını itibarsızlaştırma çabası içerisinde oldular.
Türkiye, Suriye iç savaşının başından bu yana sahada kendi kapasitesini ortaya koymadan bir kazanım elde edemedi ve oyuna istediği şekilde dahil olamadı. FETÖ ve 15 Temmuz darbe girişimi nedeni ile gecikme yaşanmış olmasına rağmen, Türkiye bu kapasiteyi üretme ve sahaya yansıtma konusunda çok kararlı duruş sergilemektedir. Türkiye daha önceleri eğit donat programıyla oyalandı, 4-5 aydır da Münbiç mutabakatı konusunda oyalanmakta. ABD, eğit donat programı ile Türkiye’yi oyalayıp Türkiye’ye yakın muhalifleri diskalifiye ederken, bir yandan da PKK/PYD’yi silahlandırıp eğitti. Münbiç mutabakatı sonrasındaki oyalama esnasında ise PYD/YPG’ye silah ve mühimmat sevkiyatında bir artış ve ivme kazanılmış durumdadır. Türkiye’nin bütün eleştirilerine rağmen ABD tarafı PYD/YPG’ye silah sevkiyatında hız kesmiyor ve bunu da Türkiye’nin gözü önünde yapmaktadır. PKK/PYD’ye Afrin’de siper kazıp direniş hattı oluşturanlar, şimdi de benzer bir çabayı Münbiç ve Fırat’ın doğusunda gerçekleştirmekteler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın 12 Ekim’de Isparta komando mezuniyet törenindeki konuşması önemli bir sürecin işaret fişeğidir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, “Irak'ta, hemen yanı başımızda oynanan oyunu bozduk. Suriye'de, sınırlarımız boyunca kurulmaya çalışılan terör koridorunu Fırat Kalkanı ve Zeytin Dalı operasyonlarıyla bozduk. İnşallah, çok yakında Fırat'ın doğusundaki terör yuvalarını da darmadağın edeceğiz dedi.” Bu çok önemli bir uyarı açıklamasıdır ve bu uyarının yakın zamanda sahada karşılığı olacaktır. Bu uyarı, PYD/YPG’ye değil onun sahadaki destekçilerine, gizli ve açık müttefiklerine yöneliktir.
Suriye dosyası ilişkilerin test alanı olacak
Türkiye’nin müzakere seçenekleri ve kapasitesi çok daha fazla olduğu için ABD ile kıyasıya pazarlık yapabilir konuma gelmiştir. Türkiye her geçen gün bu kapasitesini artırmakta ve sahadaki ağırlığını artırmaktadır. Bu ağırlık Türkiye’nin müzakere masasındaki pozisyonunu da pekiştirecektir. PYD/YPG ise oldukça zayıf bir aktör ve en önemli dayanakları ABD’dir. Dönem dönem pazarlık yapıyor olsalar da rejim güçlerini tamamen karşılarına almak istememekteler. Ne rejimin ne de YPG’nin birbirleri ile çatışmaya kapasiteleri yok. Rejim tarafı Rusya ve İran’a, PYD/YPG ise ABD’ye dayanmakta. İki taraf da kendilerini bu iki kamptan birine dayandırmakta ama diğer tarafı da tamamen kaybetmek istememekte. Bunu hayatta kalabilmek için öncelikli bir konu olarak ele alıyorlar.Türkiye ne rejimin ne de PYD tarafının müttefiki olabilecek bir aktör. Türkiye bölgede kendi çıkarları, kendi güvenliği ve muhaliflerin güvenliğini önceleyen uzun vadeli bir planlama içerisindedir.Türkiye’nin müttefiki olan ÖSO gibi ılımlı muhalifler ise hem rejim tarafından hem de PYD/YPG tarafında hedef alınabilmekteler. Bu dengenin sağlanmasında ABD ve Rusya arasındaki adı konulmamış mutabakatın etkisi büyüktür. Bu mutabakat iki tarafa da Fırat’ın farklı iki yakasında bir alan oluşturulmasını sağlıyor. ABD, Rusya ile gerilimi artırmamak karşılığında Rusya’dan İsrail’in çıkarlarını gözetmesini bekliyor ve Putin şu zamana kadar Netanyahu ile ilişkilerini belirli bir düzeyde koordine edebildi. Rusya ise ABD’den Ukrayna krizini derinleştirmemesi ve Avrupa’da NATO etkinliklerini artırmaması beklentisi içinde. Bu mutabakat bugüne kadar belirli bir denge içerisinde sürdürüldü. Mevcut dengenin muhafaza edilmesinde Putin ve Trump arasındaki ilişkinin önemli bir rolü var. Ancak iki ülke arasında son dönemde yaşanan gerilimler bu dengenin muhafaza edilmesini zora sokmaktadır.
ABD ile arasındaki yapısal sorunları çözebilmek için diplomatik çabaları artırmak Türkiye açısından öncelikli konulardan biri. İki ülke arasındaki bu gerilim her iki tarafın da çıkarlarına hizmet etmemekte. ABD buyurgan bir tavırla eskisi gibi tek taraflı bir ilişki oluşturmaya çalışırsa Türkiye tarafından bir karşılık görmez. Türkiye ise kendi güvenliği konusundaki konuları dikkate almak kaydıyla ABD ile güven artırıcı bazı adımlar üzerinde çalışabilir. Suriye dosyası iki ülke ilişkilerinde yapısal bir değişim olup olamayacağının önemli bir test alanı olacak. Mevcut durum her iki aktör açısından da kaybet-kaybet durumudur. İki tarafın ilişkilerini arasında al-ver şekline dönüştürebilmeleri bile büyük bir kazanım olacaktır.
[AA, 15 Ekim 2018]