Türk-Amerikan ilişkileri 2013’ten itibaren ciddi bir türbülans yaşıyor. ABD’nin Suriye politikaları ilişkileri zehirleyen en önemli konu oldu. YPG’ye askeri destek, FETÖ liderinin iade edilmemesi, Atilla Davası ve şimdilerde Washington’da bazı çevrelerin S-400’ler üzerinden yaptırım konusunu gündem yapması öne çıkan sorunlar olarak görünüyor. Buna Başkan Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanımasına en etkili tepkiyi verenin Türkiye olmasını ekleyebiliriz. 2018 için benim beklentim, vize krizi çözülse de Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni iniş çıkışlara hazır olunması gerektiği yönünde. Zira Başkan Trump geçtiğimiz bir yılda Türkiye’ye verdiği sözleri yerine getiremedi. Aksine YPG’ye silah desteği konusunda daha ileri adım attı.
Türkiye-Rusya ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye-Rusya ilişkilerindeki olumlu gidişat hem Suriye boyutuyla hem de Türk Akımı ve S-400’ler boyutuyla Washington’u rahatsız ediyor. Aslında gelinen noktada Ankara-Washington hattında stratejik ortaklık kelimesinin içi boşaldı. Suriye iç savaşı nedeniyle Türk-Amerikan ilişkilerinde Obama döneminde başlayan erozyon, Trump’ın ittifakları önemsemeyen yaklaşımı ve konu bazlı kararları ile yeni bir ivme kazanıyor. Buna bağlı olarak ABD’nin 2018’de Ortadoğu’ya yeni bir dizayn verme yönündeki politikası da Türkiye ile ilişkilerde gerilim oluşturabilir. Trump, İsrail’in yayılmacılığına destek verirken, ‘İran’ı sınırlandırmak’ adına bölgeye yeni bir kaos dalgası taşıyor. Suud-İran kutuplaşmasında kamplaşmaya dahil olmayan ülkelere yapılan baskılar ancak Türkiye’nin dengeleyici rolü ile hafifletilebiliyor. Katar ablukası buna bir örnekti. Bununla birlikte, ABD’nin Türkiyesiz oluşturacağı Ortadoğu politikasının başarılı olamayacağını fark etmesi durumunda ilişkiler toparlanma sürecine girebilir.
Kudüs’ün geleceğini nasıl görüyorsunuz?
İslam İşbirliği Teşkilatı’nın İstanbul Zirvesi ve daha sonra BM Genel Kurulu’nda 128 oyla alınan karar, uluslararası toplumun Kudüs’ün statüsü hakkındaki oldu bittileri tanımayacağını bir kere daha netleştirdi. Ancak Washington’ın İsrail yayılmacılığına verdiği desteğin İsrail’i daha saldırgan hale getireceği beklenmeli. Nitekim Batı Şeria’daki yerleşim yerlerini İsrail’e iltihak ettirme çabası bunun yansıması. ABD’nin barışa zorlamadığı aksine saldırganlığını desteklediği bir ortamda İsrail’in Ortadoğu’nun temel bir sorunu olmaya devam edeceği ortada. Filistin ve Kudüs’ün geleceği ABD karşıtlığını besleyen hususlar olmaya devam edecek. Ayrıca, Kudüs konusunda sessiz kalan ve ABD-İsrail hattının girişimlerine cılız tepki koyan bazı Arap ülkeleri Arap halkları nezdinde meşruiyet erozyonuna uğrayacaktır. Kudüs’ün statüsü Türkiye karşıtlığı ya da İran düşmanlığı ile örtülemeyecek derinlikte bir meseledir. Bu yüzden Kudüs, Ortadoğu kamuoylarında bir turnusol kağıdı olmayı sürdürecek. Hatta Avrupa ve İslam alemini bir araya getiren bir olgu olarak Kudüs’ün geleceği insanlığın ortak bir meselesidir. Bu dönemde İsrail’i yayılmacılığından vazgeçirebilecek bir güç olmasa ve ‘tek devletli çözüm’ dayatılsa da Tel Aviv asla arzuladığı güvenliğe ulaşamayacaktır. Kudüs’ün geleceği Ortadoğu’yu yeniden harmanlayacak ideolojik akımları üretebilecek bir konu olmayı sürdürecek.
Türkiye-Rusya ilişkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
Ticaret, enerji ve turizm konularında ortak menfaatleri olan Türkiye ve Rusya aslında Suriye başta olmak üzere bölgesel konular ve güvenlik alanında rakip ülkeler. Ancak ABD’nin hatalı Türkiye politikası iki ülkeyi 2015’teki uçak krizinden sonra yakınlaşmaya götürdü. Şimdi Astana süreci ile Suriye’de bile işbirliği yapabilen Moskova ve Ankara, S-400ler ile savunma sanayisinde birlikte çalışma noktasında geldi. İki ülke arasındaki yakınlaşmanın yeni bir bloklaşma olarak değerlendirilmesi doğru olmaz. ABD, Türkiye’yi tedip etme stratejisinden vazgeçmeyerek Ankara’yı Moskova ile çalışmaya itiyor. Amerikan medyasındaki “otoriter Erdoğan” söylemi de buna hizmet ediyor. AB’nin stratejik denklemde zayıf kaldığı düşünüldüğünde 2018’de Türkiye-Rusya yakınlaşmasının devam edeceği öngörülebilir. Türkiye açısından Suriye dosyasında başlıca iki konu bulunuyor. İlki, DAEŞ’in toprak kontrolü bittiğine göre Suriye’nin geleceğini nasıl şekilleneceği.
İkincisi, YPG’nin kaderinin ne olacağı. Muhalif grupların Astana ve Cenevre süreçlerinde denkleme eklemlenmesi Türkiye’yi rahatlatacaktır. Geçiş’in Esed’li olma ihtimali yükseldi. DAEŞ sonrası dönemde ABD’nin Suriye’nin kuzeyinde kalacağı anlaşılıyor. YPG’yi silahlandırmaya devam eden ABD’nin yeni Suriye politikası ise henüz netleşmedi. Washington’ın YPG’ye yeni Suriye’de rol biçmesi Türkiye ile gerginlik sebebi olacaktır. Afrin’e operasyon hazırlığında olan Ankara’nın 2018’de YPG ile mücadelesi daha da öne çıkacak. Bu konu Türkiye’nin Rusya ve İran ile işbirliğini artıracak bir yolda gidebilir.
Türkiye-Ortadoğu ilişkilerinde neler bekleniyor?
2018’de Ortadoğu yeni kaos ve çatışmalara gebe görünüyor. Suriye, Libya ve Yemen halen iç savaş halinde. Filistin, Lübnan, Irak yoğun gerilim içinde. Obama döneminde bölgesel güçlerin rekabetine ve Rus müdahalesine uygun bir ortam hazırlanmıştı. Şimdi Trump’ın kendi siyaset tarzıyla yürüttüğü yeni bölgesel dizayn politikasında Suud-İran kutuplaşması ve İsrail’e açılan geniş alan öne çıkıyor. Bu gidişat en az on yıl sürecek yeni bir çatışma dönemini başlatabilir. Türkiye ise gidişatın yeni felaketler getireceğinin farkında. Bölgede dengeleyici rol üstlenmeye çalışıyor. Bölgesel aktörlerin işbirliği ile bir düzen kurulmasını istiyor. Bu sebeple ne İran ne de Suudi Arabistan-BAE hattında duruyor. Hem İran yayılmacılığının hem de Körfez’in hırslı veliahtların bölgeye yeni sorunlar getirmesinden endişe ediyor. Bu kaygılar doğrultusunda Türkiye ikili bir yol takip ediyor. Kutuplaşmaya taraf olan ülkelere itidal tavsiye ediyor ve müzakere ile çözüm aranmasını salık veriyor. Kutuplaşmaya katılamayan ülkelerin baskı altına alınmasını engelliyor. Böylece Ankara, Ortadoğu’nun refah, güvenlik ve istikrar gibi temel değerlere geri dönebileceği bir ortam için çabalıyor. Bu çaba sadece yumuşak güçle elde edilemez. Katar, Somali ve Sudan gibi ülkelerle savunma sanayisindeki işbirlikleri de not edilmeli. Bu değerlendirmeler ışığında 2018’de Türkiye’nin dış politika gündeminde Ortadoğu’da yaşananların birinci madde olacağını tahmin etmek hiç de zor değil. 2017 sonunda İran’da yaşanan protestolar ilk emareler. Vekiller üzerinden yürütülen mücadelelerin ülkelerin iç işlerine sirayet edeceğini öngörmeliyiz. Körfez ülkelerinin de bu tür karışıklıklara uzak kalacağı söylenemez.
Türkiye-AB ilişkilerinin geleceğini nasıl görüyorsunuz?
Geçtiğimiz yıl Avrupa ülkelerindeki seçimler sebebiyle Türkiye-AB ilişkilerinde gerilimler yaşanmıştı. Türkiye ve Erdoğan karşıtlığını siyasi bir sermaye olarak gören Avrupalı siyasetçiler aşırı sağın, popülizmin, yabancı ve mülteci düşmanlığı belasıyla yüzleşiyorlar. Fransa’da Macron’un cumhurbaşkanı seçilmesi bir umut oluşturduysa da Almanya’da Merkel hükumet kuramadığı için yıpranıyor. Britanya’nın ayrılmasıyla AB kendi siyasi geleceğini arıyor. Rusya’nın Doğu Avrupa üzerindeki baskısı da Brüksel’in kaygılarından birisi. Yine NATO’yu önemsemeyen Trump, Avrupa başkentlerini başınızın çaresine bakın hissiyatına soktu. İşte bu ortamda Almanya ve Hollanda cenahından gelen ‘ilişkileri düzeltme’ mesajlarını önemsemek gerekir. Türkiye-AB ilişkilerinde yeni bir toparlama dönemine girilebilir. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Kudüs meselesini Almanya, Fransa ve Vatikan ile istişare halinde yürütmesi de toparlanmaya ivme katabilir. Trump yönetimi döneminde ve Brexit sonrasında AB ve Türkiye’nin işbirliği yapabileceği yeni alanların öne çıkacağı görüşündeyim. Ekonomik işbirliği başta gelen konu.
Türkiye’nin uzak coğrafyalarla ilişkileri nasıl?
Türkiye’nin Afrika ve Latin Amerika açılımları devam ederken Çin ile işbirliğinin artması beklenebilir. İpek Yolu önemli bir mecra. Trump’ın yeni milli güvenlik stratejisinin ekonomik güvenlik için güç kullanımını öne çıkarması Çin’i de yeni siyasi adımlara zorlayabilir.
[İktidar Dergisi, 6 Ocak 2018, Dosya: Selim Guner]