Son zamanlarda, Türk medyasının karşı karşıya kaldığı bütün sorunları Tayyip Erdoğan’a fatura etmek gibi bir moda var.
Söylenen şu: “Eğer Erdoğan, medyaya sürekli müdahale etmese medya çok daha iyi bir durumda olur”du.
İdeolojik körlük diye buna denir.
Üniversitede Türkiye Medya Tarihi dersi veren biri olarak şunu rahatlıkla söyleyebilirim: Medyanın bugün yaşadığı sorunlar, yapısal sorunlardır ve zamanla farklı muhtevalar kazansa da on dokuzuncu yüzyıldan bu yana benzer bir mahiyet göstermiştir.
Medyanın iktidara bağımlılığı yeni bir mesele değildir.
On dokuzuncu yüzyıldan beri Türk medyası, finansal ve ideolojik olarak iktidara bağımlı olmuştur.
Bu, Türkiye’ye has bir durum da değildir.
İKTİDARI KİM TEMSİL EDER?
Buradaki mesele, medyanın iktidar tasavvurudur.
Bir başka deyişle, medyanın iktidarın kaynağını nerede gördüğüdür.
Türkiye’de medya, çok partili hayata geçtiğimiz dönemden bu yana, seçilmişleri hiçbir zaman iktidarın gerçek sahibi olarak görmemiştir.
Onları, ha bugün ha yarın geldikleri yere dönecek yolcular olarak görmüş,
kendilerini hancı olarak telakki etmişlerdir.
Medya, Yargı ve Silahlı Bürokrasi ile birlikte kendisini iktidarın kaynağına yerleştirmiştir.
Türkiye’de medyanın tarihsel süreç içerisinde oluşan geçici iktidar – kalıcı iktidar ayrımını anlamadan günümüzde medyanın içerisine düştüğü açmazı anlamak mümkün değildir.
“Hükümetler gelir geçer. Başbakanlar, siyasi parti liderleri bugün vardır, yarın yoktur. Ama kalıcı iktidar sahipleri buradadır. O yüzden onların pozisyonlarını savunmak her şeyden önemlidir. Mesleki birikimden de, mesleki başarıdan da, meslek etiğinden de. Kalıcı iktidarın çıkarlarını savunmak her şeyden önemlidir.”
MEDYADA YARILMA
2000’li yıllara kadar bu çizginin ana akım medya dediğimiz yapı içerisinde çok net bir biçimde, temsil edildiğini görüyoruz.
2000’lerden sonra, Alper Görmüş’ün son derece yerinde bir tespitle vurguladığı gibi medyada bir “hayırlı yarılma” yaşanmıştır.
Bugün kutuplaşma tartışmasında olduğu gibi, dünün egemenleri bölünmeyi, ayrışmayı, yarılmayı, özünde kötü bir durum olarak göstermeye çalışıyorlar. Zira, daha önce görünmeyenlerin görünmeye ve kendi haklarını istemeye başlaması onları rahatsız ediyor.
Tek bir sınıf ve yaklaşım egemen olduğunda, ortada ne bölünme ne de kutuplaşma olacak zira.
Bugün, kurumsal ve mesleki düzeyde ana akım medyayı temsil eden çok farklı kurum, aktör ve fikir var. Bu, medyanın zenginleşmesine delalet eden bir durumdur.
Buna karşın, bu yaşanan olumlu gidişatı görmeyip, tarih-dışı bir tavırla atıp tutmak, meseleyi “Tayyip Erdoğan da medyadan elini çeksin artık” diye söylenmek, hedef şaşırtmaktan başka bir şey değildir.
Demokratik bir ülkede, iktidarda ya da muhalefette yer alan bir siyaset adamının, ideolojik bir muhalefet sergileyen herhangi bir baskı grubuna karşı konuşması, onun kendisine yönelik sistematik ötekileştirme kampanyalarına karşı mücadele etmesi gayet doğaldır.
1990’lardan bugüne Erdoğan’ın Türkiye medyasındaki temsillerine dönün bakın.
Buradaki nefret suçlarını bakalım görebilecek misiniz?
[Akşam, 19 Nisan 2014]