29 Mart 2019 tarihine kadar nihayete ermesi beklenen Brexit’in beraberinde getireceği sonuçlar, Birleşik Krallık ve Avrupa’nın geri kalanı kadar Türkiye için de büyük önem arz ediyor. Zira Birleşik Krallık’ın hem Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı ikinci ülke olması hem de Avrupa siyasetindeki güçlü konumundan ötürü bundan sonraki süreç, Birleşik Krallık’ın Türkiye ile ilişkilerini de doğrudan etkileyecek. Şu anki durum itibarıyla, Brexit’in iki ülke ilişkilerinin geleceği açısından ticaret, savunma sanayisi ve bölgesel iş birliği gibi birçok alanda yeni fırsatlar oluşturacağı öngörülüyor.
Brexit sonrası dönemde iki ülke arasında en çok gelişmesi ve güçlenmesi beklenen alan hiç şüphesiz ekonomik ilişkilerle ilgili olacak. Öncelikle Tek Pazar’ın oluşmasıyla birlikte AB ülkeleri arasında insanların, malların, sermayenin ve hizmetlerin dolaşımı önündeki engeller büyük oranda kalktı ve üyeler ekonomiye dair birçok konuda ortak politika izlemeye başladı. Bu yapının bir tezahürü olarak ortak çıkarlarının korunması amacıyla pazar içerisindeki bir ülkenin tek başına pazar dışından bir ülke ile kapsamlı bir ticaret anlaşması yapmasının önüne geçildi. Bu nedenden ötürü, Türkiye 1996 yılından beri Gümrük Birliği içinde bulunsa da hem bu düzenlemenin zamanın ruhunu yakalayamaması hem de Türkiye’nin AB üyelik sürecinin nihayete ermemesi nedeniyle Birleşik Krallık ve diğer üye ülkelerle ticaret hacmi istenen seviyeye çıkartılamadı. Buna rağmen, TÜİK verilerine göre 2017 yılında 9,6 milyar dolar ile Türkiye’nin en çok ihracat yaptığı ikinci ülke olan Birleşik Krallık’tan Türkiye aynı yıl 6,6 milyar dolar ithalat yaptı. Daha çok otomotiv, tekstil, savunma, havacılık ve enerji gibi alanlardan oluşan ve Türkiye’nin lehine olan bu 16 milyar dolarlık ticaret hacminin artırılabilmesi için Brexit’in hukuki olarak nihayete ermesiyle birlikte iki ülke arasında vakit kaybedilmeden bir serbest ticaret anlaşmasının (STA) imzalanması gerekiyor. Bu anlaşmanın bir serbest ticaret alanı oluşturmasından ötürü Brexit sonrasında Türkiye ile Birleşik Krallık arasındaki ticaret hacminin kısa sürede 20 milyar dolara yükselmesi bekleniyor.
Brexit sonrası dönemde bu yönde bir anlaşmanın imzalanmaması durumunda ise yeni gümrük tarifeleri devreye gireceği için ikili ticarette ilerlemeden ziyade gerileme yaşanması beklenebilir. Ancak Londra’nın 2017 yılından beri birçok ülkeyle STA için ön görüşmelere başlaması, anlaşmanın imzalanmasına dair bir iradenin varlığını gösteriyor. Ayrıca, Türk-İngiliz Ticaret ve Sanayi Odası, Türkiye-İngiltere İş Konseyi ve Forumu ile Londra’da yakın zamanda açılışı yapılan Türk Ticaret Merkezi gibi iki ülkenin iş dünyasını birleştiren mekanizmaların da bu yönde çalışma yürütmesi, Brexit sonrasında böyle bir anlaşmanın imzalanma ihtimalini güçlendiriyor.
İş birliği ve ihtilaf alanları
Brexit sonrası dönemde Türkiye ve Birleşik Krallık ilişkilerinin savunma sektöründe de güçlenmesi bekleniyor. Bu alanda Birleşik Krallık’ın sahip olduğu tecrübe ve Türkiye’nin son dönemde savunma sektöründeki atılımları bir araya geldiğinde ortaya uzun dönemli iş birliği için geniş bir alan çıkıyor. Nitekim Başbakan Theresa May’in 2017 Ocak ayında Türkiye’ye gerçekleştirdiği resmi ziyarette, Türk Havacılık ve Uzay Sanayii A.Ş. (TUSAŞ) ile İngiliz savunma şirketi BAE Systems arasında 125 milyon dolar değerinde TF-X Türk savaş uçağı geliştirmek için birlikte çalışma kararı alması, bu alanda atılacak yeni adımların nişanesi olarak yorumlanabilir. 2030’lu yıllardan itibaren Türk Silahlı Kuvvetleri envanterinden kademeli olarak çıkartılması planlanan F-16 savaş uçaklarının yerini alması beklenen TF-X projesinde Türkiye’nin doğrudan hazır parça temin etmek yerine teknik bilgi becerisi (know-how) edinmek istemesi savunma alanındaki yerlileşmeye ve millileşmeye verilen önemi de gösteriyor.Avrupa Birliği’nden ayrılık sürecinin kesinleşmesinden sonra Londra ve Ankara arasında ortaya çıkacak yeni işbirliği alanlarının yanı sıra FETÖ ve PYD gibi üzerine gidilmesi gereken bazı meseleler de bulunuyor. Öncelikle 15 Temmuz hain darbe girişimini takip eden süre zarfında birçok Avrupa ülkesindeki kurumsal FETÖ desteğine rağmen Birleşik Krallık oldukça farklı bir politika benimsedi ve Türkiye’nin FETÖ ile mücadelesine destek verdi. Birleşik Krallık’ın Türkiye eski büyükelçisi Richard Moore’un “Darbenin arkasında Gülen yapılanmasının olduğunu biliyoruz” ve mevcut büyükelçisi Dominick Chilcott’un “darbe girişiminin FETÖ tarafından yapıldığı konusunda bir şüphemiz yok” açıklamaları, Birleşik Krallık Devlet eski Bakanı Alan Duncan’ın, Dışişleri eski Bakanı Boris Johnson’ın ve Başbakan Theresa May’in Türkiye’ye ziyaretlerde bulunması bu desteğin somut göstergeleriydi. Ancak Türkiye’nin iadesini istediği FETÖ üyeleri için Londra’nın yeşil ışık yakmaması ve ana akım medyanın FETÖ lehinde yayınlara devam etmesi eleştiri konusu olmaya devam ediyor. Bu minvalde yakın zamanda hakkındaki yolsuzluk suçlamaları nedeniyle İngiliz medyasının gündemine oturan firari iş adamı Akın İpek ve gazeteci Kerim Balcı gibi üst düzey FETÖ mensupları başta olmak üzere bu ülkedeki örgüt üyelerinin Türkiye’ye iade edilmesi bundan sonraki süreçte Ankara’nın Londra’ya yönelik güven duygusunu artıracaktır.
Suriye krizine yönelik politikalar
İkili ilişkileri önümüzdeki süreçte meşgul edecek bir diğer konu Londra’nın PKK/ PYD politikası ile ilgili. Bir yandan Suriye’deki siyasi ve toplumsal krizin ilk günlerinden itibaren rejimin ülke geleceğinde yerinin olmadığı yönünde açıklamalar yapan Londra, diğer yandan DEAŞ’e karşı PYD ile kısmi ilişki kurdu. Nitekim dönemin Dışişleri Bakanı Philip Hammond’un 2016 Mart ayında PYD gibi grupların Suriye’deki siyasi sürecin parçaları olmaları gerektiğine yönelik yaptığı açıklamadan iki sene sonra Dışişleri Bakanlığı 2018 Nisan ayında DEAŞ’e karşı küresel koalisyonun parçası olarak YPG’yi de içinde barındıran Suriye Demokratik Güçlerine hava desteği sağlandığını açıkladı. Londra her ne kadar ABD gibi PYD’ye açıktan lojistik destek vermese de bu tür açıklamalar örgütle arasına açıktan bir mesafe koymadığı şeklinde okunuyor. Haliyle Londra’nın bundan sonraki süreçte Türkiye ile daha güçlü siyasi ilişkiler kurabilmesi için PYD politikasında kalıcı bir değişiklik yapması beklenecektir.Bunun yanı sıra, DEAŞ ve El Nusra gibi dini siyasal bir araç haline getiren terör örgütlerinin Suriye’de kısa bir süre de olsa geniş bir alana hükmetmesi, Batı medyasında radikal terörle mücadeleyi ön plana çıkardı. Bu doğrultuda ABD ve bazı Avrupa ülkeleri bu örgütlerle mücadele maskesi altında PKK’nın Suriye ayağı PYD’ye her açıdan yardımda bulundu. Bahsi geçen bu durum kendisini İngiliz medyasında da gösterdi ve ülke kamuoyunda adeta PYD güzellemeleri yapıldı. Bunun bir sonucu olarak azımsanamayacak sayıda İngiliz vatandaşı PYD’ye katılmıştır. Ancak Suriye’de PYD saflarında DEAŞ’a karşı sözde silahlı mücadeleye giren bu kişiler, örgütün bölgedeki varlığının zayıflamasıyla birlikte radikalleşmiş şekilde ülkelerine geri dönmeye başlamıştır. Kamuoyuna yansıdığı kadarıyla PYD’ye katılan kişiler arasında eski asker Jim Matthews, ülkesinde daha önce belediye başkanlığına aday olan Macer Gifford, bilişim uzmanı Jac Holmes ve Matematik bölümü mezunu Kimmie Taylor gibi yükseköğrenim görmüş kişilerin bulunması tehdidin geldiği boyutu farklı bir açıdan ortaya koyuyor. Meseleye bu yönüyle bakıldığında bu kişilerin uzun vadede devlete ve topluma verebilecekleri zarar, üzerinde düşünülmesi gereken bir mesele haline gelmiştir.
Brexit sonrası döneme dair Türkiye ve Birleşik Krallık ilişkilerinde özetle yeni ve daha güçlü bir dönem bekleniyor. Ancak ekonomik ilişkilere dair beklentilerin gerçekleşebilmesi için yukarıda bahsedildiği gibi Brüksel ve Londra arasında devam eden müzakere sürecinin netleşmesinden sonra Ankara ve Londra arasında bir serbest ticaret anlaşmasının imzalanması, siyasi ilişkilere dair beklentilerin gerçekleşebilmesi içinse Londra’nın FETÖ ve PYD konularında güçlü adımlar atması gerekiyor. Ayrıca, iki ülke arasındaki vizelerin en azından iş adamları için karşılıklı olarak kaldırılması Brexit sonrası dönemde ekonomik ilişkileri daha iyi seviyeye taşımak için yerinde bir adım olacak.
[AA, 5 Kasım 2018].