Yaşanan iç karartıcı günlerin belki de tek iyi yanı, yüzlerdeki maskelerin teker teker düşmesi oldu. "Merdi Kıpti şecaat arz ederken sirkatin söylermiş", Suriye’nin BM’deki Daimi Temsilcisi Caferi "YPG/PKK bizim desteklediğimiz bir örgüttür. Onun kazanımları rejimin kazanımlarıdır" derken aslında PKK’nın Azez çevresindeki işgalinden kendilerine pay düşürmeye çalışıyordu. Fakat beyin damarları akıttıkları masum kanından tıkanmış olan Esed apolojistlerinden birisi olan Caferi, PKK-Esed ilişkisini de faş ettiğinin farkında değildi.
Ya da farkında olmasına rağmen ABD ve Rusya’dan aldığı destekle ırkçı projesine meşruiyet kazandırdığını düşünen YPG/PKK’yı desteklediklerini açıklamanın bir problem oluşturmayacağına güvenmiş de olabilir. Nereden bakarsanız bakın bu yarım akıllı açıklamayla beş senedir Esed rejiminin bordrosunda muhalefete karşı savaşan ve ırkçı projelerini Suriye’nin kuzeyine yaymaya çalışan YPG/PKK taşeronlarının arkasındaki aklı da resmen ilan etmiş oldular. Bir gün gelecek ve DAİŞ’le ilişkilerini de yüzsüz bir şekilde itiraf etmek durumunda kalacaklar.
Sahada herkesin bildiği bu ilişki daha önce de Esed tarafından açık bir şekilde bir röportajda ikrar edilmiş; Esed’in "PKK’ya silah yardımı yaptık" açıklamasına rağmen piyasadaki Esed seviciler ve PKK’nın terör ortakları bir türlü bu ilişkiyi kabul etmemişlerdi. Türkiye "YPG/PKK’nın Esed’in aparatı olduğunu" senelerdir dile getiriyordu. PKK’yı Cenevre’de muhalif kontenjanından toplantıya katma fikrini ilmek ilmek işleyen aklı evveller ise muhalif kelimesiyle ilişkisi muhalif olarak gördüklerini öldürme veya sürme üzerine kurulu olan PYD/PKK’yı bir Truva atı olarak muhalif saflarına enjekte etme çabasındaydılar.
İlginçtir ki YPG’liler "biz PKK’lıyız" diyorlar, tüzükleri, insan kaynakları, ideolojileri bunu ikrar ediyor; Esed rejimi "biz PKK’ya destek veriyoruz" diyor fakat yine de Türkiye’deki bazı tipler ve ABD-AB sözcüleri PKK-YPG ayrımı yapmaya, PKK desteklenirken nasıl Suriye muhalefetinin tarafında olunabileceği sorularına mantıklı cevaplar vermemeye devam ediyorlar. Açıkça "biz PKK’yı terör örgütü olsa da destekliyoruz" ve "Suriye muhalefeti umurumuzda değil" deseler cevaplamakta zorluk çektikleri soruların hiçbirisine muhatap olmayacaklar ama ısrarla ve maliyetini Suriyelilere ve çevredeki dost ülkelere ödeterek bir muğlaklık stratejisi izliyorlar.
YPG/PKK’nın Ankara’daki terör saldırısı da bu tiyatroya son vereceğe benzemiyor. Faili ve yardakçıları isim isim tespit edilmesine rağmen ve saldırının PKK ile bağlantısı kesinleşmesine rağmen hâlâ YPG/PKK’yı nasıl aklarız derdindeler. Arabayı kimin kiraladığı, kendini patlatanın kim olduğu somut bir şekilde ortadayken şahit olduğumuz çırpınışlar, terörü desteklemenin verdiği telaş, mahcubiyet veya yüzsüzlükten kaynaklanıyor.
Yine ilginçtir ki hemen hemen herkesin terör örgütü olarak tescillediği PKK’nın Suriye kolu olan YPG’nin bir terör saldırısı yapmasına şüpheyle yaklaşanlar var. Terör örgütü terör eylemleri yapar; insan nefes alır; kaynayan su buharlaşır… Hiçbiri şaşırtıcı değil. Şaşırtıcı olan terör örgütünün terör eylemi yaptığını bir türlü kabul etmemektir. Bu sorunlu psikoloji ve pozisyon ise maalesef terörle bu kadar iç içe olmanın doğal bir sonucudur.
PKK’nın Esed rejimi, ABD, İran ve Rusya tarafından desteklendiğinin artık şüphe götürmediği ve PKK’nın bir kısmı ABD’ye yakın olan muhaliflere saldırdığı bir ortamda her şeye rağmen YPG/PKK’yı desteklemeye devam eden ABD bu sürecin en sorunlu aktörü. Başta da dediğim gibi bu sancılı süreçte herkesin masadaki gerçek yeri belli oldu. Kimisi terör örgütü PKK’nın ve Esed’in, kimisi de mazlum Suriye halkının ve terör belasıyla uğraşan Türkiye gibi ülkelerin yanında.
[Akşam, 19 Şubat 2016].