Dünyada büyük güçler arasındaki jeopolitik gerilimler yükseliyorken, Avrupa Birliği içerisinde de gerilim her geçen gün yükseliyor.
Avrupa Birliği hem içerden hem dışardan ciddi meydan okumalarla karşı karşıya.
Avrupa Birliği'ni bir taraftan Rusya diğer taraftan Trump yönetimindeki ABD sıkıştırıyor.
Rusya bir taraftan Doğu Avrupa ve Baltık bölgesi üzerindeki askeri baskısını artırıyorken diğer taraftan Avrupa Birliği içerisindeki aşırı sol ve aşırı sağ hareketlere örtülü bir şekilde destek veriyor.
Çin ise her geçen gün daha güçlü bir şekilde Avrupa piyasalarına girmeye çalışıyor, Avrupa Çin ile ekonomik olarak rekabet etmekte zorlanıyor.
Diğer taraftan Trump Avrupa üzerindeki baskıyı Avrupalıları hizaya getirmek ve Avrupa'ya silah satmak için kullanmak konusunda oldukça kararlı.
Bütün bu jeopolitik oyunun dışında Avrupayı esas sarsan mesele Afrika ve Ortadoğu'daki çatışma bölgelerinde kaçarak Avrupa'ya yönelmiş olan göçmenler ve mülteciler.
AB üyesi ülkeler mülteciler ve göçmen konusunda birbirlerinin boğazına sarılmış durumdalar.
AB'nin en temel değeri olan dayanışma ve işbirliği ilkesi göçmen ve mülteci akını yüzünden çökmüş durumda, herkes bu sorunu birbirinin kucağına atmaya çalışıyor.
Avrupa'yı içeriden sarsan bir diğer gelişme ise bir türlü durdurulamayan popülist hareketlerin yükselişi.
Macaristan'dan İngiltere'ye, Danimarka'dan İtalya'ya popülizm Avrupa'yı kasıp kavuruyor.
AB bütün bu sorunlar karşısında insiyatif almaktan aciz, zira bugün Avrupa'da vizyoner ve güçlü liderler yok.
Avrupalı siyasetçiler uzunca bir süre çareyi bütün sorunların kaynağı olarak Müslümanları göstermekte buldular.
Siyasi ekonomik ve demografik olarak çok zayıf bir azınlık olan Müslümanlar bir günah keçisi olarak siyasi spektrumun hem sağındaki hem de solundaki partiler tarafından kullanıldılar.
Neticede ırkçılık ve ayrımcılığın normalleşmesinden en kazançlı çıkan popülist partiler oldu.
İslam düşmanlığı üzerinden normalleştirilen bu ırkçılığın esas hedefinin Avrupa'nın demokratik düzeni ve birlikte yaşama kültürü olduğuna yönelik uyarılar ve itirazlar dikkate alınmadı.
Neticede bugün gelinen noktada İslam düşmanlığı üzerinden köpürtülen milliyetçilik ve göçmenler ile ilgili korkular, Avrupa Birliği'nin geleceğini tehdit eder hale geldi.
İngilizler son derece irrasyonel bir biçimde AB'den ayrılma kararı alırken, Fransa ile İtalya diplomatik bir kavgaya tutuştu.
Her geçen gün artan bu iç ve dış baskıları yönetmekte zorlanan AB'de yakın dönemde başka bileteral krizler çıkması, yeni exitler yaşanması ve AB'nin kendi içinde bir kavgaya tutuşması daha olası hale geldi.
Özetle bir fetret dönemine giren AB hem içerden hem dışardan gelen baskılar sonucunda çatırdamaya başladı.
[Fikriyat, 10 Şubat 2019].