Trump yönetimi, her geçen gün, ABD'nin süper gücünü hoyratça kullanan uygulamalarla sahne alıyor. Washington, II. Dünya Savaşı sonrası kurduğu "liberal düzeni" kendi eliyle yıkmakla kalmıyor. Tek taraflı milli menfaatlerini de uluslararası düzleme, aktörlere dayatıyor. Uluslararası kuruluşları bile harekete geçirmekle uğraşmıyor. Milli hukukunu sert gücüne dayanarak uluslararası hukukmuşçasına empoze ediyor. Elindeki her çeşit enstrümanı meşruiyet kaygısı duymadan seferber ediyor. Son dönemde hasım veya dost ayırt etmeden yaptırım ve tehditlere daha sık başvuruyor. Sadece son haftalarda gündeme gelen üç konu bile Washington'ın tek taraflılığının vardığı düzeyi çok iyi örnekliyor. 1-İran'a ambargo kapsamında Devrim Muhafızları'nı terör örgütü ilan etti ve bu ülkeden petrol ithalatı için 8 ülkeye verilen muafiyeti kaldırdı. İç karışıklık hedefleyen bu kararlar üçüncü ülkelerin ticari menfaatlerini de riske atıyor. 2-Trump, Venezuela'da Maduro yönetimini yıkmak isteyen darbecilere açık destek verdi. Girişim başarısız olunca da en üst düzeyden bu ülkeye askeri operasyon tehdidinde bulundu. Önceki Latin Amerika müdahalelerinin aksine bu defa çok açıktan tavrını ortaya koydu. 3- Mısır'ın darbeci lideri Sisi'nin talebiyle, Trump yönetimi, İhvan'ı terör örgütü ilan etme hazırlığı içerisine girdi. Elbette, yaptırımlar, terör örgütü ilan etme ve darbecilere destek verme gibi yaklaşımlar ABD dış politikası için yeni unsurlar değil. Nitekim dünyanın dört bir yanında geçmiş askeri müdahalelerde ABD'nin örtük rolü bilinir. Washington'ın terör ile mücadele politikasının bile hep çifte standartlar içerdiği malumumuz. Hatta biz Türkiye olarak, "liberal değerleri"ağzından düşürmeyen Obama'nın terör örgütü PKK'nın kolu YPG'ye nasıl silah desteği verdiğini biliyoruz. Ancak bu çifte standardın bu kadar pervasız ve doğru düzgün bir meşrulaştırma söylemine başvurulmadan uygulanması yeni bir durum. Hatta Türkiye ve Almanya gibi müttefik ülkelerin Rusya ile ilişkilerinden dolayı yaptırım tehditleri ile yüzleşmesi de gidişatın vahametini anlatıyor. Yine, İsrail, Suudi Arabistan ve Mısır gibi ülkelerin lobiler marifetiyle Washington'a kendi dar menfaatlerini empoze edebilmesi de Amerikan karar alma süreçlerindeki savrulmayaişaret ediyor. Washington, tek yanlı uygulamalarının oluşturacağı tepkiyi umursamıyor. Sözgelimi ekonomik yaptırımlara başvururken Çin, AB ve Rusya'nın dolar hakimiyetini zayıflatamayacağını düşünüyor. Ya da milyonlarca İranlıyı ve Müslüman Kardeşler üyesini terörist ilan etmeyi sorun görmüyor. Kısa vadede sert güce dayanarak verilen bu kararlara etkili bir karşı çıkma olmayabilir. Ancak uzun vadede büyük güçlerin stratejik hesap değişikliklerine gideceği açık. Trump yönetiminin İsrail-Mısır-Suud-BAE hattının istediklerini bölgeye dayatmasının Ortadoğu'da radikalleşmeyi ve terörü besleyeceğini öngörmek için uzman olmaya bile gerek yok. El Kaide ve DEAŞ terörüne karşı çıkan İhvan'ı terör örgütü ilan etmek basit bir hata değil. Ortadoğu'ya olumsuz etkisi bir yana, ABD'de yaşayan çok sayıdaki ılımlı Müslüman'ı da hedef almak demek. Terörist kategorisine koyulan örgütler ve isimler üzerinden ABD'de Müslüman karşıtlığını büyütmek demek. Ilımlı-radikal İslamcı ayrımını ortadan kaldırmak ne ABD'nin ne de müttefiklerinin işine yarayacak. Radikallere gün doğacak. Velhasıl, yaptırımlar da, darbe destekçiliği de teröre çifte standart yaklaşımı da geri tepecek.
[Daily Sabah, 3 Mayıs 2019].