Dört yıl aranın ardından Demokratlar yeniden ABD yönetimini devralıyorlar. Ama Biden, Başkanlık koltuğuna oturduğunda bu geçen süre içerisinde dünyanın çok değiştiğini görecek.
En büyük değişikliği ise kuşkusuz Asya ve özellikle de Çin konusunda görecektir.
Hafta sonu Çin, ASEAN ülkeleri, Japonya, Avustralya, Güney Kore ve Yeni Zelanda arasında imzalanan ve dünyanın en büyük serbest ticaret bölgesini kuran Bölgesel Kapsamlı Ekonomik Ortaklık (Regional Comprehensive Economic Partnership) anlaşması Biden’a dünyanın nasıl değiştiğini gösteren en açık örneklerden biri olacak.
Geçen dört yıllık süre içerisinde Trump idaresindeki ABD, Obama-Biden ikilisinin çok önem verdiği Trans Pasifik Ortaklık Anlaşması’ndan (Trans Pacific Partnership Agreement) çekildi, onun yerine Asya Pasifik ülkeleriyle serbest ticaret anlaşmasını Çin imzaladı.
“America First” sloganıyla hareket eden Trump döneminde ABD içine kapanıp uluslararası iş birliğini sınırlandırırken, Washington’un bu politikasını fırsata çevirmek isteyen Pekin yönetimi kendisini serbest ticaretin ve uluslararası kurumsal iş birliğinin savunucusu olarak gösterdi. Hafta sonu imzalanan, 15 ülkeyi ve yaklaşık 2,2 milyar nüfusu kapsayan serbest ticaret anlaşması Çin’in bu politikasının sonucu ve Pekin yönetimi tarafından ABD’ye karşı büyük bir başarı olarak kutlandı.
Çin öncülüğündeki bu platforma Japonya, Güney Kore ve Avustralya gibi geleneksel Amerikan müttefiklerinin katılması ise başkanlık yıllarında Biden’ı bekleyen en büyük meydan okuma olacak. Asya-Pasifik bölgesinde, içinde Washington’un müttefiklerinin de yer aldığı ve ABD’nin dışarıda kaldığı iş birlikleri kuruluyor.
Hâlbuki Obama-Biden ikilisinin hedefi tam da bunun tersini gerçekleştirmekti. Çin’i sınırlandırma politikası çerçevesinde Pasifik’in iki yakasındaki ülkeleri bir araya getirecek iş birlikleri kurulacaktı ama Trump ile birlikte ABD’ye karşı ciddi kuşkular oluştu. Şimdi Biden’ın bu kuşkuları ortadan kaldırmak için çok çaba sarf etmesi gerekiyor. Ama bu çabaların ABD’nin yeniden bölgeye “güvenilir” bir ortak olarak dönmesini sağlayıp sağlamayacağını zaman gösterecek.
Biden’ın değiştirmekte zorlanacağı bir değişim ise Çin’in aradan geçen dört yıllık süre içinde, satın alma gücü paritesi (SAGP) verilerine göre dünyanın en büyük ekonomik gücü olma pozisyonunu güçlendirmiş olmasıdır. Obama’nın başkanlığı devretmesinin hemen öncesinde SAGP’ye göre ABD ve Çin’in 2016 yılı millî gelirleri 18,7 trilyon dolar iken 2019 yılında iki ülke arasındaki makas açıldı ve Çin ABD’ye 2,1 trilyon dolarlık fark atarak 23,4 trilyon dolara ulaştı. Pandeminin damga vurduğu 2020’de Amerikan ekonomisi ciddi bir küçülme yaşarken Çin’in az da olsa yılı büyüme ile kapatacak olması aradaki bu farkı daha da açacaktır.
Uzak Doğu’nun ve özellikle de Çin’in hızlı ekonomik yükselişi son 20 yıllık dönemde gelen bütün Amerikan başkanları için önemli bir meydan okuma olarak görülüyordu. Ama Biden bu meydan okumanın baskısını üzerinde en fazla hisseden Amerikan başkanı olacak kuşkusuz.
Trump döneminde hem Amerikan ekonomisinin Çin’den çok daha yavaş büyümesi hem de uluslararası iş birlikleri konusunda Washington’un Pekin’in çok gerisinde kalması Biden’a oldukça kötü bir miras bıraktı. Amerikan liderliğine yönelik en büyük tehdit olan Çin’in yükselişine karşı Biden’ın nasıl bir yol izleyeceği ise merak konusu.
Trump’ın izlediği yoldan farklı olarak Biden’ın yeniden uluslararası iş birliklerini öne çıkaracağına kesin gözle bakılıyor ama Çin’le mücadeleyi Pekin’i bu iş birliklerine dâhil ederek mi yoksa dışarıda bırakarak mı yürüteceğini zaman gösterecek.
[Türkiye, 18 Kasım 2020].