Pazartesi akşamı Putin Suriye'de ikinci kritik hamlesini yaptı. Suriye'deki "misyonun" gerçekleştirildiği açıklamasıyla Rus güçlerinin önemli kısmını geri çekmeye başladı.
Bu sürpriz karar da bölgedeki denklemleri etkileyecek nitelikte. Tıpkı 30 Eylül'de Suriye'deki askeri varlığını artırması gibi.
Hayır; Rusya Suriye'yi terk etmiyor.
Moskova, iki askeri üssünü ve S-400 hava savunma sistemini çalışır vaziyette tutarak askeri varlığını istediği an yükseltebilecek bir konumda. Nitekim, Putin dün, "gerektiği takdirde, bölgedeki askeri varlığını birkaç saat içinde yeniden tesis edebileceğini, tüm cephanelik kapasitesinin askerlerinin elinde" olduğunu açıkladı.
Putin, "kısmi çekilme" ile bölgedeki kazanımlarını pekiştirebilecek stratejik bir akla sahip olduğunu gösterdi.
Öncelikle, Obama yönetiminin ısrarla söylediğinin aksine Rusya, Suriye'deki varlığını "Afganistan bataklığı" örneğine çevirmeden yönetebileceğini gösterdi.
Böylece, Putin, Kırım'ın ilhakından sonra Batı'da yaşadığı izolasyonu kırdığı gibi Rusya'yı Suriye krizinin ana parametrelerini belirleyen bir güç olarak tebarüz ettirdi. "DAİŞ'le mücadele" adına girdiği kampanyada 6 aylık yoğun hava bombardımanından sonra muhaliflerin ilerlemesini durdurdu.
400 yerleşim yerinin Esed'in eline geçmesini sağlayarak rejimi korudu; muhaliflerin de zayıf bir şekilde Cenevre masasına oturtulmasını sağladı. Rusya kökenli 2000 savaşçının öldürülmesi de cabası. Rusya'nın "kısmi çekilmesi" oluşan bazı maliyetleri de giderme amaçlı.
İlki, İran- Esed- Hizbullah hattını güçlendirmesinin Körfez ülkeleri ve İsrail nezdindeki tepkilerini dindirmek. İkincisi, isterse Türkiye ile uçağının düşürülmesinden sonra oluşan gerginliği giderecek bir rahatlama sağlanması. Üçüncüsü, Esed'in başta olmasını "kırmızı çizgi" olarak gören Suriye yönetimine Cenevre'de sahici bir anlaşma araması gerektiğini göstermek.
Bunların hepsi bir yana, Putin'in kısmi çekilme kararı Suriye'deki Esed -PYD hattını zora sokacak bir yolun önünü de açtı. O da Cenevre- 3 görüşmelerinde masada yer alamayan PYD- YPG'nin statü arayışı. Dün, PYD -YPG kontrol ettiği üç bölgede oylama yaparak Kuzey Suriye'de "federal sistem" ilân etti. Bu ilan PYD ve dolayısıyla PKK'nın bölgedeki varlığını ve geleceğini derinden etkileyecek bir süreci başlattı. Hatırlanırsa, Türkiye'nin baskısıyla PYD Cenevre -3 masasında muhalifler tarafında masaya oturamadı. Esed rejimi de "bir statü anlamı" taşıyacak şekilde PYD'yi kendi tarafında istemedi. Dolayısıyla Suriye iç savaşının çatışma denklemi ilk defa PYD'nin aleyhine çalışmış oldu.
Hem Esed rejimi yanında olmayı hem DAİŞ'le bazen çatışıp bazen örtük anlaşmayı yöneterek fırsat alanını genişleten PYD, artık fırsatçılığının sonuna geldi. Yani fırsat denizi tükendi, bundan sonra elde ettiklerini korumaya çalışacak. Esed rejimi artık Kuzey Suriye'de hâkimiyet kurmanın derdine düşecek. "Kürt Federe" yapısının olmaması, eğer kaçınılmazsa, sınırlı yetkilerle donatılmış bir yapılanma oluşturulması için mücadele edecek. Bu da PYD'nin hedeflediği "demokratik federalizm" fikrine zıt mahiyette. Zira KCK yapılanması ve ideolojisi üzerinden yürüyen PYDYPG'nin özerklik anlayışı ekonomi, güvenlik ve savunma alanlarını içerecek ölçüde geniş.
PYD, DAİŞ'le savaş adına Rusya ve ABD desteğiyle eğitip- donattığı milislerini kendi özerk bölgesinin askeri gücüne dönüştürmek isteyecek.
Irak'taki Kürt yönetimi ve peşmerge gücü gibi. "Federalizm ilanı" PYD'nin çaresizlikle elini yükseltme çabası. Bu hevesin geleceğini Cenevre sürecinin nasıl gittiği ve büyük ya da bölgesel güçlerin tercihleri belirleyecek.
Öte yandan, ABD, İran, Suriye ve Türkiye federalizme karşı çıkarken Rusya ve İsrail sıcak bakıyor. Bu durum PYD'nin geleceğine ilişkin yeni ittifakları doğurabilir.
Baharda Türkiye'de "topyekûn savaş" hedefleyen PKK, Suriye'de sıkışık bir döneme doğru gidiyor.
[Sabah, 18 Mart 2016].