Frankfurt Toplumsal Araştırmalar Enstitüsü’nün (Frankfurt Okulu) Nazi Almanya’sını terk ederek ABD’ye yerleşen üyeleri tarafından gerçekleştirilen Otoritaryen Kişilik Üzerine adlı çalışma, Amerika’da faşizmin bireyler tarafından açık biçimde kabul edilmese bile gündelik pratiklerde kendisini nasıl açığa çıkardığını inceler. Kendisini ırkçı olarak tanımlamayan insanların bile ekonomik kriz ve diğer problemli zamanlarda neden faşizan algılar geliştirdiği üzerinden incelemeler yapan çalışma “potansiyel faşizm”in varlığına dikkat çeker. Adorno’ya göre demokrasiye inandığını söyleyen ama gerçekte antidemokratik olan veya tutucu olduğunu belirten ancak gizlice yıkıcı eğilimler taşıyan kişiler potansiyel faşist karakterin temel özellikleridir. Bu perspektiften hareketle günümüz dünyasında aşırı sağ ve ırkçı eğilimleri destekleyen ve bu eğilimlerin kamusallaşmasını sağlayarak yabancılara yönelik karşı kamuoyu oluşturan siyasetçilerin demokratik olduklarını iddia etmelerine rağmen sergiledikleri tutumlar potansiyel faşist tutumu yansıtmaktadır.
Kültürcü, ırksız ırkçılık
2. Dünya Savaşı’nın ardından ırkçılık konusunda yapılan çalışmalar biyolojik ayrımlara dayalı ırkçılığın yerini kültür farklılığını temel alan bir ırkçılığa bıraktığını söylemektedir. Etienne Balibar’ın ifade ettiği biçimiyle yeni ırkçılık biyolojik göndermelerin geriye çekildiği ya da tamamen ortadan kalktığı “kültürcü” ya da “ırksız bir ırkçılık olarak” kendisini göstermektedir. Avrupa’da yoğun biçimde gözlemlenen bir olgu olan yeni tür ırkçılık kendisini kültür ve farklılık üzerinden konumlandırmakta ve burada toplumdan siyasete kadar geniş bir alanda etkisini hissettirmektedir. Özellikle Avrupa’da bulunan mülteci ve yabancılara yönelik ayrımcı ve dışlayıcı politikalar yoğun bir kültürcü ton barındırmakta ve entegrasyondan ziyade yok saymayı hedeflemektedir.
Toplumda yabancıya dair önyargıların medya ve siyasetçiler eliyle geliştirilmesinin ne denli talihsiz sonuçlar ürettiğini bizzat Holokost ile deneyimleyen Frankfurt Okulu düşünürlerinin Birleşik Devletler’de ampirik veriler ile bulguladıkları faşizan eğilimler günümüz dünyasında daha etkili biçimde hissedilmektedir. ABD’de Yahudilerin bütün alanlarda nüfuz sahibi oldukları ve her türlü kötülüğün arkasında bulunduklarına dair önyargıların, siyaset ve medya aracılığıyla manipüle edilmesi, potansiyel faşist olarak tanımlanan kişilerin önyargılarını tetiklemiş ve Yahudilerin hayat alanını kısıtlayıcı tutum ve davranışların ortaya çıkmasına neden olmuştur. Avrupa’da her türlü kötülüğün müsebbibi olarak görülen Müslüman ve yabancı kimliklerin siyaset ve diğer aktörlerin tutumuyla ötekileştirilmeleri yaşanan acı tecrübelere bir yenisini daha eklemektedir. Son günlerde Fransa’da Kuran’dan bazı ayetlerin çıkartılması ve revize edilmesi yönündeki taleplerin yanı sıra aşırı sağ partilerin Avrupa genelinde ürettikleri ırkçı söylemler, yabancılara yönelik faşizan tutumların önümüzdeki dönemde artacağını göstermektedir.
2010 Aralık ayında Ortadoğu coğrafyasında ortaya çıkan toplumsal hareketlenme uzun süredir iktidarda olan tek adam rejimlerinin devrilmesine yol açtı. Tunus’ta başlayan ve ardından Mısır’da hissedilen demokratik talepli sosyal hareketler devrimle sonuçlanmış ve bölge ülkeleri demokratikleşme sürecine girmişlerdir. Hem küresel hem de bölgesel aktörlerin Suriye’deki varlığı benzer bir demokratikleşme sürecinin yaşanmasını engellemiş ve Suriye günümüze kadar süren bir iç savaşa sürüklenmiştir. Bölgenin önemli ülkelerinden Türkiye’nin bu dönemdeki açık kapı politikası mültecilerin sığınabilecek güvenli bir liman bulmalarını kolaylaştırmıştır. O dönemden bu yana başta Cumhurbaşkanı Erdoğan olmak üzere devlet yetkililerinin bu konudaki tutumları Suriyelilerin kendilerini rahat ve özgür hissedebildikleri bir durumun tesisi anlamına gelmektedir.
Seçim vaadi olarak faşizm
Türkiye’nin kısmen yabancı olduğu ırkçı ve faşizan siyasetin sosyal demokrasi savunusu yapan aktörler tarafından ithal edilmesi son dönemde karşımıza çıkan bir olgudur. Bu açıdan bakıldığında sosyal demokrasi misyonu ile hareket eden siyasi aktörlerin Suriyeli mülteciler ile ilgili söylemleri yeni tür ırkçılığa örnek teşkil etmekte ve var olan potansiyel faşizmi destekleyici bir işlev üstlenmektedir. 24 Haziran seçimlerine gidilen süreçte partilerin Suriyeli mültecilerle ilgili söylemlerine bakıldığında kimi zaman açık (manifest) kimi zaman da örtük (latent) ırkçılık örneklerine rastlanmaktadır. Özellikle son dönemde başta sosyal medya dezenformasyonları olmak üzere siyasi aktörlerin bu konudaki söylemleri Avrupa’daki aşırı sağcı politikacıları aratmayacak niteliktedir. Medyada yoğun biçimde siyasiler aracılığıyla yankı bulan mülteci karşıtlığı kendisini siyasi bir vaat olarak göstermektedir. Partilerin seçim beyannamelerindeki görece yumuşak tutumun aksine meydanlarda kalabalıklara karşı Suriyelilerin evlerine gönderilmesi gerektiği ile ilgili söylemler tehlikeli bir popülizm içermektedir. Bu açıdan bakıldığında CHP lideri Kemal Kılıçdaroğlu’nun son dönemde Suriyeliler ile ilgili açıklamaları açık ırkçılık örneği olarak kabul edilebilir. Nitekim Kılıçdaroğlu Dünya Romanlar Günü etkinliğinde yaptığı konuşmada: “Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u alırken sizler oradaydınız. Ama geldiler sizi yerinizden, yurdunuzdan ettiler. Siz bu ülkenin en köklü tarihine sahip olan kesimlerisiniz” ifadelerini kullanmış ve ardından Romanların içinde bulunduğu durumun bir isyan ile sonuçlanması arzusuyla “Hala neden üçüncü sınıf vatandaşım, diye isyan edeceksiniz” diyerek istenilen yönde bir toplumsal hareketlilik amaçlamıştır.
CHP’deki iç çekişmelerde karşı hizbi temsil eden Muharrem İnce’nin Cumhurbaşkanı adayı olmasıyla başlayan süreç, İnce’nin de Suriyeli mültecilerle ilgili ne düşündüğünü ortaya koydu. Kılıçdaroğlu’nun söylemini aratmayan İnce katıldığı bir televizyon programında “Bayramlarda 72 bin kişinin kısa süreliğine Suriye’ye gidip geliyor, demek ki şartların uygun. Ne diye geliyorsun benim ülkeme? Gittikten sonra kapatırım kapıyı kalırsın. Burası aş evi mi?” ifadelerini kullanmıştır. Kılıçdaroğlu ve İnce’nin Suriyeli mülteciler ile ilgili yaptığı açıklamalar partide var olan kültürel ırkçı söylemin somut bir yansıması olarak karşımızda durmakta ve Avrupa’da siyaset yapan aşırı sağ Özgürlükçü Parti ve AfD gibi aktörlerin söylemleri ile paralellik arz etmektedir.
Suriyeli mültecilerle ilgili benzer bir söylem geliştiren diğer bir siyasetçi de İYİ Parti Genel Başkanı Meral Akşener’dir. Akşener’in Suriyeli mültecilere yönelik politikası oldukça net. Katıldığı hemen her mitingde Suriyelileri en kısa sürede göndereceğini ve bunun Suriyeliler için en iyi seçenek olduğunu söylemektedir. Bir mitingde konuya açıklık getiren Akşener “Türkiye’nin incisi olan Mersin bugün 200 bin mülteci ile beraber yaşıyor. Hayat standardımız düştü. Bu 200 bin Suriyeli, netice itibarıyla sayın Erdoğan’ın yanlış politikaları neticesinde Mersin’de yaşıyor. Buradan size söz veriyorum Cumhurbaşkanı seçildiğimizde, 2019’un Ramazan ayında Suriyeli kardeşlerimizle Suriye’de iftar açacağız inşallah” ifadelerini kullanmış ve bu yöndeki tutumunu hemen her konuşmasında dile getirmiştir. Kılıçdaroğlu ve İnce’nin açık (manifest) söyleminin aksine örtük (latent) bir ırkçı diskur geliştiren Akşener’in herhangi bir vizyon ve strateji ortaya koymaması klasik popülist söylemi andırmaktadır.
Hedef kitlesel muhalefet
Muhalefetin Suriyeli mülteciler ile ilgili ırkçı ve popülist söyleminin 24 Haziran seçimleri için araçsallaştırılması oldukça tehlikelidir. Nitekim siyasi aktörler ve medya marifetiyle ötekileştirilen yabancıların hedef haline getirilmesi Avrupa örneğinde görüldüğü üzere oldukça tehlikeli bir durumdur. Suriyelilerin seçimlerde oy kullanmasından tutun da sınavsız üniversite, kimlik kartı ve vatandaşlık, maaş, telefon faturasının devlet tarafından ödenmesi, TOKİ evlerinin bedava verilmesi gibi mesnetsiz sosyal medya üretimlerinin mültecilere karşı kamuoyu oluşturduğu bir gerçeklik olarak karşımızda durmaktadır. 2018’in ilk aylarında açıklanan rakamlara bakıldığında sadece 55 bin Suriyelinin TC vatandaşı olduğu ve bunların önemli bir kısmının da Türklerle evlenme yoluyla bu hakkı kazandığı ya da 0-18 yaş grubunda oldukları bilinmektedir. Nicelik itibariyle oldukça düşük olan bu sayılardan hareketle muhalefetin devamlı bir biçimde Suriyeli mültecilerle ilgili ırkçı söylemleri yaygınlaştırması potansiyel faşizm olarak tarif edilen olgunun yaygınlaşmasına hizmet etmekte ve Türkiye’nin geleceği açısından ciddi sorunlar taşımaktadır.
[Star Açık Görüş, 2 Haziran 2018].