15 Temmuz gecesinden bu yana yaşadıklarımız bize dostumuzu düşmanımızı çok net biçimde gösterdi. Türkiye'nin gerçek sahibinin kim olduğunu; Milletin ferasetini, dirayetini, vatanseverliğini; 2000 sonrası yaşanan demokratikleşme süreçlerine rağmen, darbeci zihniyetten hâlâ kurtulamadığımızı; FETÖ'nün ne denli gözü dönmüş, kanlı bir terör örgütü olduğunu; Devletin silahını, tankını, topunu bu halka karşı kullananlar için "Haşhaşi" tabirinin nasıl da yetersiz kaldığını; Ve elbette ABD'nin, Batı dünyasının Türkiye'nin nasıl da karşısında yer aldığını... Türkiye halkının iradesini nasıl hiçe saydığını, kendi düzenlerinin selameti ve çıkarları için Türkiye'yi ateşe atmaktan çekinmediklerini. Evet, hepsini gördük. Darbe girişimi sürecinde ve sonrasında Batı'nın anlı şanlı medya kuruluşlarının yayınlarını dehşet içinde izledik, izliyoruz. Böyle pespaye bir kurgu, bu kadar saldırgan bir üslup görülmüş değil. Sanırsınız WSJ, New York Times, Washington Post yahut Foreign Policy Fetullah Gülen'in karargâhından yönetiliyor. Önce "Türkiye'de asker darbe yaptı" haberi yaptılar. Zaman kaybetmeden bunu gerekçelendirdiler. Zaten bir süredir "asker Türkiye'de darbe yapabilir" haberleri yapıyorlar, "eğer böyle bir şey olursa Obama yönetimi ses çıkarmaz" diyorlardı. Bunların bir siyasi ameliyat çabası olduğunu şimdi çok daha net görüyoruz. Darbenin başarısız olduğunu anladıktan sonra bu kez "bu Erdoğan'ın tasarladığı bir tiyatro olabilir" diyerek manipülasyon yaptılar. Çok geçmedi "Erdoğan'ın eli güçlenecek, Türkiye daha çok otoriterleşecek" diye güya yakınmaya başladılar. Türkiye halkının bir terörist cunta eliyle yürütülen devasa bir askeri darbe teşebbüsü ile yüzleşmesi umurlarına gelmedi. Ne Cumhurbaşkanına suikast düzenlenmiş olması ne TBMM'nin bombalanması ne de yüzlerce insanın şehit edilmesi onları ilgilendirdi. Demokrasiden değil terörist bir organizasyonun emrindeki askeri cuntadan yana tavır aldılar. Darbe girişiminin üzerinden daha 24 saat geçmeden "İslamcı militanlar"ın "Kemalistasker"lere zulmettikleri yalanı devreye sokuldu. Sonra başka yalanlar uydurdular. Orduda bir bölünme yaşandığını ve bu bölünme nedeniyle "İncirlik üssündeki nükleer silahların güvenliğinin tehlikede" olduğunu iddia ettiler. Bütün bunlar "bir şey yapmalı" tadında haberlerdi. Elbette ABD'ye değil, buradaki darbeci teröristlere, henüz derdest edilmemiş olanlarına sesleniyorlardı. Bir sonuç elde edemediler. Millet her gün sokaklara çıktı, meydanları doldurdu. Büyük bir azimle, bir şenlik ve dayanışma ortamı içinde demokrasi nöbeti tuttu. Tutmaya da devam ediyor. Batı medyası şimdi de Türkiye'deki OHAL kararını sorunsallaştırmanın derdinde. Güya bu kararın Türkiye'de yeni bir otoriterleşme dalgası başlatacağını iddia ediyorlar. Halbuki Türkiye halkının neredeyse tamamı bu karara destek veriyor. CHP ve HDP farklı gerekçelerle, siyasi bir manevra alanı kazanabilmek için karşı çıksalar da en azından CHP tabanının önemli bir bölümü bu kararın arkasında. OHAL ile birlikte sadece devletin yetkilerinin artırıldığını, anayasal kuralların ve idarenin yargısal denetiminin yürürlükte kalacağını, bireysel hak ve özgürlüklerle ilgili bir kısıtlama olmayacağını elbette biliyor herkes. Bireylerin gündelik hayatı olağan akışı içinde devam edecek. Bir yandan teröristlerle etkin şekilde mücadele edilirken, bir yandan da yeni tehditlerin baş göstermemesi için çaba sarf edilecek. Bu saatten sonra uluslararası medyada kimin ne konuştuğunun gerçekten önemi yok. Demokrat geçinen birçok aktör suçüstü yakalandı. Konuşarak halledebilselerdi başka araçları devreye sokmazlardı. Şimdi hem zararı minimize etmek, hem de fedailerini kurban etmemek için gürültü yapıyorlar. Türkiye halkı kendi demokrasisine, özgürlüklerine, değerlerine ve hayat tarzına sahip çıkabilecek kapasitede olduğunu 15 Temmuz gecesi bütün dünyaya göstermiştir.
[Sabah, 24 Temmuz 2016].