Haftalık The Economist dergisinin son sayısının kapak resminde, Facebook’u simgeleyen “f” harfinin bir silah şekline dönüştürülmüş hâli yer alıyor. Derginin dosya konusu ise, “sosyal medyanın demokrasiyi tehdit ettiği” iddiası oluşturuyor.
Dergide yayınlanan yazının temel iddiası, siyaseti ve demokrasiyi güçlendirmesi ve koruması gereken sosyal medyanın, tam tersine bu alanı maniple ederek zayıflattığı üzerine.
Uzun süredir ABD’de, başkanlık seçimlerine Rusya’nın müdahalesi tartışıyor. Bunun bir ayağını da sosyal medya üzerinden üretilen yalan haberler ve manipülasyonların oluşturduğu iddia ediliyor. Dergide yayınlanan ilgili yazıda da Rusya’nın Facebook üzerinden yayınladığı içerikle, 146 milyon kişiye ulaşarak seçimleri etkilediği iddialarına yer veriliyor.
Ayrıca Avrupa’da ırkçılığın, ön yargının ve nefret söyleminin artmasında sosyal medyanın etkili olduğu ve bunun sonucunda da aşırı sağın yükseldiği belirtiliyor. Ana akım medya aşırı sağın söylemlerine yer vermese bile sosyal medya üzerinden örgütlenen grupların siyasetteki belirleyiciliğinin giderek arttığı vurgulanıyor.
Sonuç olarak da “yaygın kullanım ve içerik üretimi ile bilgiye kolay ulaşımın sağlanmasıyla insanları aydınlatması gereken sosyal medyanın onları zehirlediği” öne sürülüyor.
***
Bundan birkaç sene önce bizzat The Economist dergisi başta olmak üzere, Batı basını, üniversiteleri ve akademisyenleri sosyal medyanın demokratikleşme açısından ne kadar büyük bir öneme ve işleve sahip olduğunu savunuyorlardı.
Özellikle Arap Baharı sonrasında Batı basını, “sosyal medya-demokratikleşme” ilişkisini kutsuyor, batı üniversiteleri bu başlıkla uluslararası sempozyumlar düzenliyordu. Hatta bu sempozyumlarda büyük veri setleri kullanılarak, sosyal medyanın demokratikleşmeyi artırdığı bazı verilere dayandırılarak savunuluyordu.
Uzağa gitmeye gerek yok. Gezi Parkı eylemleri ve sosyal medya ilişkisinin batıda nasıl ele alındığına bakmak bu anlamda yeterince açıklayıcı.
Söz konusu dönemde, sıradan sosyal medya kullanıcılarının ötesinde, Türkiye’de ana akım medyada çalışan gazeteciler kendi sosyal medya hesaplarından yalanlar ürettiler. Manipülasyon yaparak öfkenin yayılmasına öncülük ettiler. Ürettikleri yalanları İngilizce paylaşımlara dönüştürerek Batı’nın ana akım medyasında haber olmasını sağladılar. En aşağılık nefret söylemini kullanarak hakaret edeni ve en inandırıcı yalanı söyleyeni “orantısız zekâ”ya sahip yeni kuşak olarak pazarladılar.
Aradan zaman geçti. Batı dışı toplumlarda sosyal medyanın ürettiği içerikler kutsanırken, sıra Batı’ya gelince durum değişti.
ABD’de Trump’ın başkan olması, Avrupa’da aşırı sağın yükselmesi, İngiltere’nin AB’den çıkmasına İngiliz toplumunun “evet” demesi ve İspanya’da Katalanların referandumundan bağımsızlık sonucunun çıkmasının sorumluluğu sosyal medyaya yüklendi.
Hatta giderek güç kazanan Avrupa’da ayrılıkçı hareketlerin sosyal medya üzerinden örgütlenmeye başladığı ve bunun Avrupa’nın geleceği için tehdit oluşturduğu haberleri yapıldı.
Sosyal medyanın seçmenin algısını etkileyerek yargısını dönüştürdüğü, öfkeyi yaydığı, ön yargıları güçlendirdiği ve partizanlığı şiddetlendirdiği ileri sürüldü.
Son dönemde de büyük sosyal medya şirketlerine baskı yapılmaya başladı. Mesele Batı’yı ilgilendirince, örneğin Facebook dünyada ana akım medyada “asılsız haberleri tespit etmeye yönelik ipuçları” başlıklı ilanlar yayınladı. Ayrıca, asılsız haberlerin dolaşımına engel olmak için “yalan içerik” butonunu geliştirdi.
Bundan birkaç sene önce Türkiye’nin şikâyetlerini “iletişim özgürlüğünün kısıtlanması” olarak değerlendiren bu şirketler, şikâyet Batı’dan gelince önlem almaya başladılar.
Batı, sosyal medya ile ilgili doğrudan kendisini ilgilendiren konularda önlem almaya başlasa da, göreceksiniz Batı dışı toplumlar için yine ikiyüzlülüğünü sürdürecek. Çifte bir standart geliştirerek kendisi için uygun gördüğünü ötekisi için görmemeye devam edecek.
Aslında The Economist dergisi manşetini yanlış oluşturmuş. Doğrusu şu olmalıydı: “Sosyal medya Batı’yı da tehdit ediyor.”
[Türkiye, 9 Kasım 2017]