Terör saldırıları, meydan işgalleri, kitlesel kalkışma girişimleri, yargı darbeleri ve medya kumpasları... Bütün bunlar Türkiye'nin son yıllarda muhatap olduğu ahlaksız savaşın unsurları. Bu ahlaksız savaşın sahipleri enerjilerini Türkiye'de bir iç savaş başlatmak için seferber ettiler.
Son olarak 15 Temmuz'da yeni bir teknoloji kullandılar. Askeri darbe teknolojisini devreye soktular. Ellerinde patladı. Büyük bir hezimet yaşadılar. Ne var ki bu ahlaksız savaş bitmedi. Devam ediyor.
Bu ahlaksız savaşı sürdürenler sürekli yeni taktikleri devreye sokarak başarı elde etmeye çalıştılar. Onlar için PKK'nın terör eylemiyle, FETÖ'nün yargı darbesi arasında bir mahiyet farkı yoktu.
Gezi kalkışmasıyla, sistematik şekilde sürdürülen ve demokratik siyasal alanı hedefleyen medya kumpasları aynı kapıya çıkıyordu. Bu ahlaksız ve kirli savaşın sahipleri için terör saldırıları da, askeri darbe girişimi de aynı amaca matuftu. Bu süreçte her şeyden önce ihtiyaçları olan şey, toplumsal kutuplaşmaydı. Toplumsal kutuplaşmanın ana dinamikleri yahut tezahürleri neler olabilirdi?
1) Toplumun gelir dağılımında yaşanabilecek adaletsizlikler.
2) Farklı etnik gruplar arasında meydana gelebilecek gerilimler.
3) Din yahut mezhep bazlı çatışmalar.
Türkiye'de her ne kadar bazı radikal ve marjinal sol gruplar uzun yıllardır "gelir adaletsizliği" üzerinden bir kutuplaşma söylemi üretmeye çalışsa da bunun siyasal alanda hiçbir zaman bir karşılığı olmadı. Tam da bu nedenle 2013'ten bu yana yürütülen yeni nesil Türkiye karşıtı savaşta "gelir adaletsizliği" üzerinden bir kutuplaşma söylemi gündeme gelmedi. Bizatihi AK Parti hükümetlerinin yürüttüğü güçlü kalkınmacı söylem de böylesi bir alan oluşmasına engel oldu. Söz konusu yeni nesil ahlaksız savaşı yürütenler, "ekonomik" değil, "kültürel" çatışma zeminine oynamayı tercih etti.
Farklı etnik gruplar ve mezhep grupları arasında bir bölünme ve çatışma ortamı oluşturmak için gayret sarf ettiler. Sünnilerle Alevilerin, Türklerle Kürtlerin çatışabilecekleri bir ortamın inşası için uğraştılar.
Bunları hepimiz biliyoruz. Fakat zaman zaman unuttuğumuz bir şey var. Türkiye karşıtı ahlaksız savaşı yürütenler, bu savaşı hiçbir zaman doğrudan yürütmediler. Bir "vekalet savaşı" yürütmeyi yeğlediler.
Ve söz konusu iç savaş ortamının başlıca kaynağı olan toplumsal kutuplaşma ortamını siyaset sahnesinde olan aktörler üzerinden oluşturmaya çalıştılar.
CHP ve HDP bu süreçte hep başrollerde yer aldı. Başlıca söylemsel sermayeleri "Erdoğan karşıtlığı" oldu. Ne gariptir ki bu süre zarfında "toplumu kutuplaştırdığı" gerekçesiyle sürekli olarak R. Tayyip Erdoğan'ı eleştirdiler. Halbuki kendileri Erdoğan karşıtlığı üzerinden bir kutuplaşma ortamı yaratmaya çalıştılar. Erdoğan siyasal alanda rekabeti teşvik eden bir çizgi tuttursa da, toplumsal alanda bütünleştirici bir yaklaşım içine girdi. Bu yönüyle "toplumu geren"ler yasakçı CHP zihniyeti ve bölücü HDP zihniyeti oldu.
15 Temmuz sonrasında Türkiye bir imkân yakaladı. Siyasal aktörlerin tepmemesi gereken bir fırsatla karşı karşıya kaldı.
Bugün Yenikapı Ruhu, her şeyden önce demokrasi dışı aktörlerle total bir mücadeleyi gerektiriyor. HDP, 15 Temmuz sonrası oluşan mutabakat ortamı içinde olmadı, olamazdı. Ancak CHP 'varım' dedi, ya da var gibi yaptı. Ne var ki CHP "kültürel" çatışma zeminini derinleştirmeye, FETÖ başta olmak üzere terör örgütlerine karşı yürütülen mücadeleyi akamete uğratmaya çalışıyor.
Kemal Kılıçdaroğlu, neden ve nasıl bu kadar çabuk birilerinin vekalet savaşının unsuruna dönüşebiliyor?
Öte yandan Cumhurbaşkanı Erdoğan, birliğe, beraberliğe, Yenikapı Ruhu'na sahip çıkma çağrısında bulunuyor.
İyi de yapıyor.
[Sabah, 3 Ekim 2016].