SETA > Haber |
Türkiye'nin Gücü ve Fırsatlar VI İhracatta Teknoloji Zamanı

Türkiye'nin Gücü ve Fırsatlar VI: İhracatta Teknoloji Zamanı

2000'li yıllarda özellikle Ar-Ge odaklı süreçlere verilen önem ve teşviklerle oluşturulan ekosistem vasıtasıyla, düşük teknolojili ürünlerden, orta altı ve orta üstü düzey teknolojilere yönelik ürünlere doğru yüksek bir artış hızı yaşandı. Bu dönemin başında ihracatta düşük teknoloji hâkimken, artık otomotiv ve makine gibi orta-yüksek teknolojiler öne çıkıyor. Bundan böyle ise, yüksek teknolojiye odaklanmamız şart.

Türkiye ekonomisi, 2000'li yıllardaki büyüme sürecinde teknolojide de belli başlı ilerlemeler kaydetti. Bunun göstergelerinden birinin, ihracatın kompozisyonu olduğunu söyleyebiliriz. En çok ihracat yapan ilk 10 sektör bazında 2001 ila 2014 yılları arasındaki desen değişimini gösteren verilere baktığımızda, otomotiv ve makinenin bu dönemde ön plana çıkmış olması gözümüze çarpıyor. Bu dönemde elektronik bir nebze pay azaltsa da yine üstlerdeki yerini korurken, 2001'de ilk 10'da %26 gibi bir payla hâkimiyet gösteren tekstil ve hazır giyimin %10'lara düştüğü anlaşılıyor.

Hazır giyim elbette halen çok önemli bir ihracat kalemimiz ancak diğer gruplardaki yükselişle birlikte pay ve sıralamada geriledi. Söz konusu paylarda senelere göre dalgalanmalar da var ancak resmin geneline odaklanırsak, o zamandan bu zamana ihracatta orta-yüksek ve orta-düşük teknolojinin güç kazandığı anlaşılıyor. İhracat verileri, bir bakıma sanayimizdeki teknolojik gelişimin de hikâyesi niteliğinde…

YÜKSEK TEKNOLOJİ İHTİYACI

Tablonun verdiği olumlu mesaj bu şekildeyken, olumsuz mesaj ise halen “yüksek teknoloji" grubunda sesimizin çıkmaması… Yine ihracata bakacak olursak, 2014 yılında yüksek teknoloji grubunun %3,4 gibi düşük bir paya, orta-yüksek teknolojinin ise %31,6 ile çok daha hâkim bir paya sahip olduğunu görüyoruz. İthalatımıza bakalım: Yüksek teknolojinin %14, orta-yüksek teknolojinin ise %42,1'lik payı var. İşte bu resim, “teknoloji açığımız" diye nitelendirdiğim sorunu en basit biçimde ortaya koyuyor.
Nedir peki yüksek teknolojiden kast ettiğimiz? Havacılık ve uzay, bilgisayar, ecza, telekomünikasyon, tıbbi cihaz gibi sektörler… Bu teknolojilerde üretim ve ihracat yapma hedefimiz ise, ortada. İşte bu nedenle, Ar-Ge uygulamalarında bir paradigma değişikliğine gidilerek teknolojik gelişime yeni bir boyut kazandırılmasının, en hayati mevzu olduğunu ifade edebiliriz.

HERŞEY PLANLAMADA GİZLİ

Tabii artık dilden dile dolaşan ve ezbere söyler olduğumuz Ar-Ge olgusu, öyle hemen meyve veren bir süreç değil. Vakit, nakit ve sabır gerektirdiği malum… Buradan hareketle altını çizmek istediğim husus ise, bunca fedakârlığı gerektiren Ar-Ge girişimlerinin, doğru ve etkin sonuçlar vermesinin elzem olduğu. Bugüne kadar sunulan teşvikler elbette tetikleyici bir rol oynadı ancak bundan sonra daha da etkin mekanizmalara yönelmemiz gerek.

İşte bunun için de, planlamayı en baştan doğru yapmanın öncelikli madde olduğu kanaatindeyim. Burada en büyük alt madde ise, bütünleşik, sinerjik bir planlamadır. Proje finansmanından ticarileştirmeye kadar birçok adımın, el yordamıyla değil, stratejik bir şekilde kurgulanması ve güçlü bir şekilde koordine edilmesi gerekiyor. Selektif sektör yaklaşımı, en kritik noktalardan biri.

TERSİNE BEYİN GÖÇÜNE DEVAM

Tabii işin içinde, gerektiğinde teknoloji transferlerinin de doğru bir şekilde yer alması gerektiğini vurgulayalım. Nitelikli insan transferi ise, bir diğer ihtiyaç... Son yıllarda hızlanan tersine beyin göçü çalışmaları bu noktada çok değerli zira teknolojik gelişimin çekirdeği olan beşeri sermayemizi güçlendirmemiz şart. Global rekabete bir ucundan yetişmek istiyorsak, çok daha güçlü bir donanımlı insan kaynağına ihtiyacımız var. Bu ise, yüksek lisans ve doktorada daha çok gencimizi görme ihtiyacının yanı sıra, belki de çocukluktan itibaren başlayacak bir bilinç ve eğitimle yeni nesilleri şimdiden işin içine sokmaktan geçiyor. Bunun vardığı yer ise, sadece yükseköğretim değil tüm eğitim sistemimizi etkin kılmak.

Tek cümleyle özetleyecek olursak da; çözümün, teknoloji, eğitim ve sanayi politikalarının entegre olduğu verimli bir mekanizmada yattığını söyleyebiliriz. Türkiye'nin yeni dönemdeki başarı hikâyesini, bu entegrasyonun başarı derecesinin yazacağı kanaatindeyim.

Sözü bu noktada, dosyamıza konuk olan Uludağ Üniversitesi Rektörü Prof. Dr. Yusuf Ulcay, YÖK Yürütme Kurulu Üyesi Prof. Dr. Hasan Mandal ve Microsoft Türkiye Genel Müdürü Tamer Özmen’e bırakıyor, katkıları için kendilerine teşekkür ediyorum.

YILDA EN AZ 10 BİN DOKTORA MEZUNU GEREK

Türkiye'nin teknolojik gelişimini nasıl değerlendiriyorsunuz?

Yusuf Ulcay: Özellikle 2000 sonrası TÜBİTAK ve diğer kamu kaynaklı Ar- Ge destekleri ile dış ülkelerden teknoloji transferi yerine teknoloji üretimi teşvik edilmeye başlanmasıyla birlikte gelişim olmuş, ancak bu, uygulamadaki bazı aksaklıklardan dolayı beklenen seviyede olmamıştır. TÜBİTAK verilerine baktığımızda, Ar-Ge teşvikleri için ayrılan kaynakların tamamının kullanılmadığını görmekteyiz. Hem üniversite hem de özel sektörün bu kaynakları kullanmama nedenlerinin irdelenmesi gerektiğini düşünüyorum.

Özel sektörün teknolojik dönüşümü sağlaması için ne gerekli?

Yusuf Ulcay: Özel sektörde, her üretici firmanın cirodan belli oranda zorunlu Ar-Ge çalışması için harcama yapması gerektiğine inanıyorum. Yüzdelere (binlere) göre farklı vergi teşviki verilebilir. KOBİ'lere KOSGEB kaynaklarından verilen Ar-Ge destekleri ve teşviklerin sonuçlarında verimsizlik var. Bu mekanizmaların yürütme ve takip sistemlerinde revizyon yapılmalı.

Üniversite - sanayi işbirliği nasıl hızlandırılır?

Yusuf Ulcay: Ülkemizdeki üniversitelerimizin önemli bir kısmı gelişimini tamamlamamış ve kimliklerini tanımlamamıştır. Birçok üniversitemiz, hem meslek edindirme, hem kitle eğitimi hem de araştırma yapmaya çalışmakta. Kaynaklar yetmediğinde kimliklerde önceliklendirme yapılmalı. Maalesef üniversitelerimizin birçoğunda sahip oldukları altyapı ve öğretim üyesi sayıları, sahip oldukları öğrenci sayıları ile kıyaslandığında normların altında. Bölüm ve programlar ile öğrenci sayıları dinamik olabilmeli. Bölüm ve programlar zamanla kapatılabilmeli, birleştirilebilmeli, yenileri açılabilmeli, sayılar azaltılabilmeli veya arttırılabilmeli. Üniversite - sanayi işbirliği veya üniversitenin sektörler ile buluşması için, üniversiteler nicel ve nitelik olarak iyileştikten sonra, 1. nesilden 2 nesle ve 2. nesilden 3. nesle dönüşümünü tamamlaması gerekmekte. Bu dönüşüm olmadığı müddetçe üniversite-sanayi işbirlikleri ve üniversite-sektör buluşmaları kurumsal boyuta ulaşamaz ve bireysel çalışmalar ile sınırlı kalır. Teknoparklar veya teknoloji gelişim bölgeleri (TGB) üniversitelerde konuşlanacaklar ve bu bölgelerde gerçekten Ar-Ge faaliyetleri yapılacak ise, büyük firmalarımızın Ar-Ge merkezlerinin, çalışmalarını küçük paketlere bölerek TGB'lerde araştırma yapan küçük firmalara fason olarak vermeye başlaması gerekir. Aksi takdirde, TGB'ler büyük oranda yazılım firmaları ağırlıklı olmaya devam eder. Yeni açılacak TGB'ler için üniversite kampüslerinin yanısıra, organize sanayiinde yeni alanlar seçilmeli. Hem üniversite kampüsleri hem de organize sanayi bölgelerindeki TGB'lerde, ülkemiz için kabul edilen öncelikli alanların alt bilim teknoloji konularında mükemmeliyet merkezlerinin kurulması teşvik edilmeli.

Türkiye'nin teknolojik dönüşüm için beşeri sermayesi ne durumda?

Yusuf Ulcay: Türkiye'nin finans kaynaklarına benzer şekilde nitelikli beşeri sermayesinde de, ihtiyaçlara kıyasla yetersizlik var. Öğretim üyesi açığımızı hızla kapamak için yılda en az 10 bin doktoralı eleman yetiştirmemiz gerek. Ayrıca, disiplinlere göre dağılımın planının da doğru yapılması önemli. Süreyi kısaltmak adına, gerekirse yurtdışından kalifiye elaman getirilebilir.

DÖNÜŞÜM PROGRAMINDA 3 BAŞLIK KRİTİK

Türkiye 2000'li yıllarda teknolojide nasıl bir gelişim gösterdi?

Hasan Mandal: Küresel rekabet ortamında hızlı gelişen ekonomiler arasında yer alan Türkiye'de, 2000'li yıllarda özellikle Ar-Ge odaklı süreçlere verilen önem ve teşviklerle oluşturulan ekosistem vasıtası ile, düşük teknolojili ürünlerden orta altı ve orta üstü düzey teknolojilere yönelik ürünlere doğru yüksek bir artış hızı ve buna bağlı olarak ilgili teknolojilerle ilişkili süreçlerde olumlu yönde gelişmeler oldu. Ancak bu olumlu gelişme ne yazık ki yüksek teknolojili ürünler ve buna yönelik süreçlerde istenilen artış hızında gerçekleşemedi. Bundaki en önemli gerekçenin ise, orta altı ve üstü teknolojilerden elde edilen gelirlerin, daha riskli yüksek teknolojiler yerine daha az riskli orta altı ve üstü teknolojilere yatırılmış olmasından kaynaklandığı görüşündeyim.

Teknolojik gelişim için nasıl bir strateji izlenmeli?

Hasan Mandal: Bu, ancak temel araştırma-teknoloji geliştirme odaklı uygulamalı araştırma-ürün geliştirme süreçlerinden oluşan çok katmanlı yapının, birlikte ve sinerjik çalışılması ve geliştirilmesi ile mümkün olabilecek. Bu da, disiplinler arası yaklaşımı, takım bilincini ve işbirliği sürecinin yönetim ve yönetişimini beraberinde gündeme getirmekte. Bu konuda ülkemizde özellikle, 2011 yılı ve sonrasında başlatılan kamu odaklı stratejiler ve buna bağlı destek/teşvik sistemleri bulunmakta ve bu konuda iyi örnekler de bulunmakta ancak bu konuda bir ekosistem henüz tam olarak oluşamadı.

Eğitim kanalıyla atılması gereken adımlar neler?

Hasan Mandal: Yüksek teknoloji ürün üretimi ve bununla ilgili süreçlerin geliştirilmesine yönelik gerekli ekosistemin en önemli gereksinimi, her düzeyde nitelikli insan kaynağıdır. Ülkemizde 2000'lerde özellikle lisans düzeyindeki öğrenci ve mezun insan kaynağı sayısında nicel açıdan çok hızlı bir büyüme gerçekleşirken, bu büyüme henüz nitel açıdan gerçekleşmedi. Bunun için mezun yeterlilikleri esaslı ve kalite güvencesi ile desteklenen çıktı odaklı bir sistemin geliştirilmesine ihtiyaç var. Ekosistemin çok daha önemli bir gereksinimi ise, doktoralı insan kaynağı… Bunun da ötesinde, mevcut doktora programlarımızdaki motivasyon, ağırlıklı olarak bir akademik kariyer odaklı. Hâlbuki doktora derecesine sahip insan kaynaklarına, özellikle sanayi Ar-Ge merkezleri ve teknopark şirketlerinde ihtiyaç duyulmakta. Özellikle 2011 yılı ve sonrasında sanayi Ar-Ge merkezi ve teknopark şirketleri sayısında artış olmasına rağmen, bu işletmelerdeki doktora derecesine sahip insan sayısı sınırlı kaldı. Bu sürecin iyileştirilmesine yönelik olarak 6 Ocak 2015 tarihindeki 28. Bilim ve Teknoloji Yüksek Kurulu'nda alınan karar kapsamında yapılacak çalışmaların çok daha fazla önem kazandığı görüşündeyim.

Özel sektörün Ar-Ge'ye etkin bir şekilde yönelmesi nasıl sağlanmalı?

Hasan Mandal: 2000'li yıllarda ve özellikle de 2011 ve sonrasında özel sektörün Ar-Ge'ye etkin bir şekilde yönelimine yönelik kamu odaklı birçok program başlatıldı. Ancak ülkemizin hedefleri açısından ihtiyacı olan yüksek teknolojili ürünlere karşı yeterince talep oluşturulamadığı görüşündeyim. Buradaki ilgili süreçlerin iyileştirilmesine yönelik 2014 yılının sonunda açıklanan dönüşüm programındaki özellikle 3 başlığın, -“İthalata Olan Bağımlılığın Azaltılması Programı", “Teknoloji Alanlarında Ticarileştirme Programı", “Kamu Alımları Yoluyla Teknoloji Geliştirme Programı" - doğru algılanması ve ilgili tüm paydaşlarla birlikte yönetilmesiyle, bu beklentiye çok önemli katkılar sunabileceği görüşündeyim.

BULUT BİLİŞİM PAZARIMIZ HIZLA GELİŞİYOR

Tamer Özmen: Bilişim sektörü bugün gelişmiş pazarlarda iktisadi kalkınmanın itici gücü olarak öne çıkıyor. Teknolojik gelişimimizde 4 ana trend olarak nitelendirdiğimiz bulut bilişim, mobilite, sosyal ağlar ve büyük veri önemli rol oynuyor. 2014'te global ekonomi büyürken, BT pazarı da aynı oranda büyüdü. Öyle ki BT pazarı global istihdamın %30'unu oluştururken, yılda 2 trilyon doların üzerinde tüketim hacmi ile ekonomik gelişimi tetikliyor. İnternet teknolojilerinden örnek vermek gerekirse, 2009'da internete bağlı cihazların adedi 900 milyon iken 2020 yılında bu rakamın 24 milyara ulaşması ve bunun sonucunda da küresel ekonomide 4,5 trilyon dolarlık ek bir değer yaratılacağı tahmin ediliyor. Bu pazardan Türkiye'nin de önemli derecede pay alacağına inanıyoruz. 80 milyon dolara ulaşan Türkiye bulut bilişim pazarının da, hızlı gelişiminin devam etmesini bekliyoruz.

HÜKÜMETİN ADIMLARI HEYECANLANDIRIYOR

Tamer Özmen: Ülkemiz önemli bir teknolojik dönüşümden geçiyor. Türkiye'nin teknoloji tüketen değil üreten ve ihraç eden bir ekonomi olması için var gücümüzle çalışmalıyız. Bu hususta hem bizim, hem de sektördeki tüm paydaşlarımızın birçok adım atması gerek. Nitekim uluslararası pazarlarla da kıyasladığımız zaman daha gidilecek çok yol olduğunu görüyoruz. Hükümetin orta vade planına baktığımızda ise, teknolojinin özellikle ekonomik büyümeye olan katkısının altının çizildiğini ve bu yönde adımlar attığını görmek bizi hem sevindiriyor hem de heyecanlandırıyor.

4 MEGA TREND VAR

Tamer Özmen: Artık Yap-Sat'tan Anla-Çözüm Üret modelinin benimsendiği ekonomik bir dönemdeyiz. Değer üretenler ve bunu hızla pazara sunabilenler, kazananlar arasındaki yerini alıyor. Fırsatları değerlendirerek riskleri avantaja çevirmenin yolu, bahsettiğim 4 mega trendden geçiyor. Bu trendler, daha güçlü bir gelecek için Türkiye'nin teknoloji tüketenden teknoloji üreten ve ihraç eden bir ekonomiye dönüşmesi için kilit rol oynayacaktır.

[Yenişafak, 27 Nisan 2015]

İlgili Yazılar
Hassas Bir Süreç
Yorum
Hassas Bir Süreç

Aralık 2024