Yeni tip Koronavirüs (Kovid-19) salgını tüm dünyada olduğu gibi Avrupa ülkelerini de derinden etkilemiştir. Her ne kadar ekonomik yardım paketleri açıklanmaya başlansa da salgının toplumsal ve siyasi etkilerinin uzun yıllar süreceği muhtemeldir. Bilhassa güçlü ekonomisiyle Avrupa'nın en önemli ülkesi konumunda yer alan Almanya, salgınla mücadele kapsamında da öne çıkmaktadır. Ancak Almanya'da başta federal hükümet, eyalet hükümetleri ve diğer yerel yönetimlerin attığı adımlar bir yana, bugünlerde federal devlet yapısının sorgulanışına da şahit olunmaktadır.
Krizin başlangıcında somut ve ulusal tedbirlerden ziyade yerel çapta önlemlere başvurulurken, Şansölye Merkel kısmen arka planda kalmıştır. Bu durum ise siyaset, medya ve toplum tarafından tepkiyle karşılanmış ve Merkel krizin ilerleyen günlerinde daha belirgin bir şekilde öne çıkmaya bir nevi mecbur kalmıştır. Buna rağmen aktif liderlikten ziyade Merkel alışagelmiş tutumunu sürdürmüştür. Siyasiler tarafından yapılan "sosyal mesafe" içerikli çağrıların arzulanan toplumsal karşılığı bulamaması üzerine Merkel ulusa sesleniş konuşmasına dahi başvurmuştur. Topluma bir kez daha dayanışma, sosyal mesafe ve evde kalma önerilerine uyma çağrısında bulunan Merkel, ilerleyen günlerde ise eyaletler arasında bir nevi koordinatör rolüne geri çekilmiştir.
Kovid-19 salgını AB ülkelerinin bilhassa dayanışma konusundaki eksikliklerini gözler önüne serdiği gibi Almanya'nın da güçlü bir ekonomi ve sağlık sistemine sahip olmasına rağmen uygulama konusunda sorunlar yaşadığını belirginleştirmiştir. Özellikle federal yapı ve eyaletler nezdindeki yasal karmaşıklıklar ve genel anlamda liderlik sorunu Almanya gibi ülkelerin küresel salgınlar karşısında en etkili nasıl hareket edeceği sorusunu da gündeme getirmiştir. Örneğin Weimar Anayasası'nda Almanya Cumhurbaşkanı'nın uhdesinde toplanan olağanüstü hal ve benzeri yetkiler, 1949 tarihli Federal Almanya anayasasında geçmişteki olumsuz tecrübeler sebebiyle yer almamıştır. Aksine, kısmen benzerlik arz eden ve 1968'de anayasaya eklenebilen bazı olağanüstü yetkiler yine yasama erkinin uhdesine bırakılmıştır. Kovid-19 salgını karşısında da birincil olarak başvurulan öncelikli yasal dayanak ise federal geçerliliği olan Enfeksiyondan Korunma Yasası'dır (Infektionsschutzgesetz / IfSG). İlgili yasaya göre federal devlete yetki verilse de uygulamada eyaletler ve yerel yönetimlere yasal haklar tanınmıştır. Bu sebeple Merkel tüm eyalet başbakanlarıyla asgari tedbirler mahiyetinde bir mutabakat zemini sağlamak istemiştir.
Diğer yandan Bavyera eyaletinde uzun yıllar tek başına iktidar tecrübesi bulunan muhafazakar CSU hükümeti, diğer eyaletlere kıyasla daha sıkı tedbirler alma iradesi gösterebilmiştir. Avusturya ve İtalya'ya sınır komşusu olan Bavyera, krizin başından itibaren, okulların kapatılması, sokağa çıkma yasağı ve benzeri tedbirleri savunmuştur. Bu hızlı, somut ve Almanya şartlarında sert tedbirlerin alınmasında şüphesiz CSU lideri Markus Söder ve Bavyera siyaset geleneğinin etkisinin olduğu açıktır. Söder, Kovid-19'un yayılmasını geciktirmek için toplumun önerilere uymadığı takdirde sokağa çıkma yasağının getirilebileceğini dillendiren ilk siyasilerden olmuştur. Buna rağmen Şansölye Merkel ve birçok eyalet yöneticisi bu denli kısıtlamalara ilk başta karşı çıkmış, aksine toplumun duyarlı davranarak kendi arzusuyla "evde kalma önerilerine" riayet etmesine şans tanımıştır. Söder'in diğer eyaletler ve federal otorite ile ayrışan ancak en nihayetinde yasal dayanağı bulunan bu somut tutumu, diğer eyaletlerdeki bazı karar alıcılar nezdinde de rahatsızlık uyandırmıştır. Buna rağmen medya, toplum ve siyasetin muhalif çevrelerinde dahi Bavyera usulü net ve hızlı adımların atılmasına yönelik –tek başına hareket edilse de– olumlu yaklaşanlar olmuştur. Son olarak geçtiğimiz Pazar 16 eyalet hükümeti arasında "temas yasağı" içerikli asgari bir mutabakatın oluşmasında Bavyera'nın daha aktif hareket etmesinin etkili olduğu da açıktır.
Ancak Alman kamuoyu, muhalif partilerin dahi yürütmeye bir nevi açık çek vermesinin daha ne kadar sürdürebilir olduğunu sorgulamaktadır. Örneğin, Çin'deki gibi Almanya'da da cep telefonu konum verilerinin salgın sebebiyle kullanılmasının dahi gündeme getirilmesi, tepkiyle karşılanmıştır. Özellikle liberal çevrelerin şimdiden cılız da olsa hem federal hem de eyaletler nezdinde alınan önlemlere yönelik kontrollü eleştirilerde bulunması, ilerleyen haftalarda ve krizin gidişatına göre daha da artacağının habercisidir. Federal Almanya tarihinde kişisel hak ve özgürlükler ilk kez bu kadar kapsamlı kısıtlandığı için şimdilik bu kısmi toplumsal desteğin daha ne kadar süreceğini tahmin etmek de zordur.
Sonuç olarak Kovid-19 salgını sebebiyle Almanya'da gelinen aşamada üç temel hususun öne çıktığı gözlenmektedir. Öncelikle Almanya'nın federal karar alma süreçlerindeki karmaşık yapı, bazı aktörlerin pro-aktif rol almasıyla birlikte bir kez daha sorgulanmaya başlanmıştır. Diğer yandan mevcut sistemin bu zorunlu koordinasyon hedefini tam da bu şekilde yerine getirdiği ve böylelikle amacın hasıl olduğu görüşünde olanlar da mevcuttur. Bu husus ve mevcut yasal altyapıya ilişkin eksiklikler kriz sonrası yeniden gündeme gelecektir. Öne çıkan diğer husus ise ekonomi odaklı atılan kapsamlı adımlardır. Avrupa'nın en güçlü ekonomisi konumundaki Almanya, ABD ve dünya ekonomisinin Kovid-19 sebebiyle yaşayacağı zorlu süreç akabinde daha da önem arz eden bir konuma evrilecektir. Bu sebeple Alman karar alıcılar krizin gidişatına göre eyaletler, federal devlet ve AB bağlamında hiç görülmemiş ilave adımlar atmayı da değerlendirecektir. Tüm bu adımların olumlu netice verip vermeyeceği ise önümüzdeki aylarda netleşecektir. Son olarak krizin Almanya'daki siyasi kültür, toplum-devlet ilişkisi ve hatta kısmen de olsa tüketim alışkanlıkları, iklimin korunması gibi hususları da etkilemesi muhtemeldir. Ancak son haftalarda Alman toplumunun alışkanlık ve tercihlerinde bir sorgulama trendine girildiği ileri sürülse de bu tutumun uzun vadede kapsamlı bir dönüşüme yol açacağını söylemek için henüz erkendir.
[Sabah, 28 Mart 2020]