Esasında her bir uluslararası aktörün Suriye stratejisi ana hatlarıyla netleşmiş durumda. Bu stratejilerin kesişen ve farklılaşan tarafları, Suriye sahasının çatışma ve müzakere dinamiklerini belirliyor. Bu durum, hem tarafların tam anlamıyla bir mutabakata varmasının hem de kapsamlı bir çatışmaya girmesinin önüne geçiyor. Örneğin ABD ile Rusya teröre karşı savaş söylemi altında bir paylaşıma gitmelerine rağmen, zaman zaman karşı karşıya da gelebiliyorlar. Benzer bir analizi farklı düzlemlerde diğer aktörler için de yapmak mümkün. Birbirine çok yakınmış gibi duran İran ile Rusya arasında bile anlaşmazlıkların olduğu görülüyor. Rusya’nın Türkiye ile vardığı mutabakata İran’ın çomak sokmaya çalışması, bu açıdan dikkat çekici. Astana süreci kurulurken Şii milislerin Halep civarında yaptığı provokasyonlar ve daha da önemlisi Şii milislerin YPG ile Afrin’de işbirliği yapmaya dönük tavırları ise bu açıdan somut örnekler olarak karşımızda duruyor.
Karmaşık sahada sade strateji
Türkiye bu karmaşık tabloda pozisyonunu sadeleştirmeye ve gücüyle tehdit algısı çerçevesinde bir strateji izlemeye başladı. Bu anlamda, bir süredir hedeflerini netleştirdiğini ve bu çerçevede pozisyonunu tahkim etmeye dönük adımlar attığını söylemek mümkün. Özetle söylemek gerekirse, Suriye krizinin değişken zeminini göz önünde tutarak Türkiye seçeneklerini daraltmamaya ve güvenliğini sağlamaya dönük adımlar atıyor. PYD’nin kontrol alanlarını daraltmak ve terör tehdidini bertaraf etme kararlılığı, somut hedefler olarak ön plana çıkıyor.Seçeneklerini daraltmamak adına Türkiye’nin izlediği strateji, Rusya ve İran kadar ABD ile de zeminini korumaya dayanıyor. Bu aktörlere karşı elini yüksek tutmak adına, sahada adım atmaktan geri durmuyor. Türkiye bu özerklik alanını korumaya devam edecek. Zira hiçbir aktöre dayanma lüksü yok. Tam da bu noktada, uçağının düşürülmesi dolayısıyla Rusya ile yaşanan kriz sürecinde, ABD’nin bunu bir fırsata çevirdiğini ve en çok bu dönemde Türkiye’ye rağmen adımlar attığını hatırlatmakta yarar var.
Türkiye’nin teröre karşı mücadelesiyle Suriye politikası bütünüyle olmasa da önemli ölçüde iç içe geçmiş durumda. ABD’nin desteğini alan PKK’nın Türkiye’nin Suriye sınırı boyunca bir terör koridoru oluşturma hevesi, Türkiye için yalnızca önemli bir güvenlik tehdidinden ibaret değil, aynı zamanda Ortadoğu’nun derinliğiyle (yani Arap dünyasıyla) Türkiye’nin arasına bir duvar örecek olması nedeniyle de stratejik bir tehdittir. Kısacası, Türkiye’nin de terörle mücadelesinin ağırlık merkezini Suriye’ye kaydırması hem güvenlik hem de strateji açısından kritik bir hamledir.
Türkiye’nin Zeytin Dalı harekatı ile sahada yeni bir etkinlik alanı kurması karşısında diğer aktörlerin de yeni hamleler yapmaya başladığını görüyoruz. ABD ile yaşanan yoğun görüşme trafiği, ABD’nin Türkiye’yi geçiştirme taktiğinin işe yaramadığını gösteriyor. Türkiye sahada kazanmaya devam ettikçe ABD daha tatmin edici bir teklifle gelmek zorunda kalacak. Türkiye’nin ABD ile ilişkisi bu düzleme oturdu ve uzun bir süre de böyle devam edecek.
Afrin’de PYD-Esed işbirliği mümkün mü?
Hem PYD’nin hem de Esed’in iktidar alanlarını korumak için başvurdukları kirli yöntemlere bakıldığında, Afrin’de işbirliğine gitmeleri de mümkün görünüyor. Ancak bu işbirliğinin sınırlarına, imkanlarına ve gerçekleşmesi durumunda Türkiye’nin atacağı adımlara da bakmak gerekir.Türkiye’nin terörle mücadeledeki yeni konsepti, terör örgütlerini yalnızlaştırma adımlarını da içeriyor. Bu çerçevede PKK’nın uluslararası aktörlerden aldığı desteği minimize etmek adına hem müzakere hem de sert güç kullanmaktan çekinmedi. Rusya ile yapılan müzakereler önce DEAŞ’a karşı Fırat Kalkanı’nı sonra da PYD’ye karşı Zeytin Dalı operasyonunu gerçekleştirdi.
Son günlerde ise PYD’nin Esed rejimiyle anlaştığına dair haberler hızlı bir şekilde yayılmaya başladı. Bu haberler 20 Ocak’ta harekat başladığında da duyulmuştu. Fakat Türkiye kararlılığından vazgeçmedi. Rejim yanlısı Meyadin TV, bu haberleri ısrarla gündemde tuttu ve rejimle PYD arasında varıldığı öne sürülen mutabakat söylentisi dolaşmaya başladı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın hem Putin hem de Ruhani ile görüşmesi, Türkiye’nin bu iddiaları ciddiye aldığının işaretiydi. Dün Şii milislerin Afrin’e doğru yola çıkmasıyla Türkiye tereddüt etmeden bu konvoya müdahale etti. Afrin’e doğru yola çıkan Şii milisleri, Türkiye Rusya’nın kontrolündeki Suriye hava sahasını kullanarak vurdu. Bu müdahale rejimle PKK arasındaki muhtemel işbirliğinin hem imkanlarını hem de sınırlarını göstermiş oldu.
Bütün aktörler Türkiye’nin sahada başarısız olmasını ister; ancak bunun için atacakları adımların bir sınırı var. ABD, İran’ı sınırlandırmak için PYD’yi beslerken İran kontrolündeki Şii milislerin PYD ile işbirliği yapması (en hafif tabirle) başıboşluğuna işaret eder. PYD Rakka ve Deyrizor’da ülkeyi besleyen yeraltı kaynaklarına el koymuşken, rejimin PYD ile işbirliği yapması, kendi sonunu hazırlaması anlamına geliyor. Türkiye’ye karşı PYD ile işbirliğinin hiçbir zemini yok. ABD ile bir anlaşmaya varıldığı ve bu şekilde bir karşılık verildiği yorumları ise propagandadan başka bir şey değil. Türkiye, ABD ile hangi düzlemde ilişkisini yürütüyorsa, Rusya ve İran’la da bu düzlemde yürütmektedir.
Bütün bu mantıksızlığına rağmen, rejimin ya da Şii milislerin PYD’yi koruma altına alması durumunda, Türkiye’nin operasyonel gücünü daha sert bir şekilde kullanmaktan çekinmeyeceğini, dün yaptığı müdahaleyle gördük. Fakat aynı zamanda bu işbirliği imkanını ortadan kaldıracak adımlarının da atılması gerekir. Nubl ve Zehra bölgesi, PYD için bir destek hattı olmaktan çıkarılmalı. Ayrıca hangi şemsiye altında olursa olsun, PYD’nin hedef olmaya devam edeceği de aşikar. Türkiye sahada ilerlemeye devam ediyor. Afrin şehir merkezine ulaşılması uzun sürmeyecek. Sahada yol aldıkça, bu tarz dikkat dağıtıcı hamlelerle karşı karşıya kalabilir. Dolayısıyla kamuoyunun, karar vericilerin ve operasyonel güçlerin motivasyonunu kaybetmemesi gerekir.
[AA, 21 Şubat 2018]