Cumartesi günkü yazımda, Astana’da varılan mutabakat sonrasında ABD-İsrail ekseninin tavrının ne olduğuna ve bu tavrın Suriye iç savaşının bundan sonraki seyrine muhtemel etkilerine değinmiştim. Türkiye’nin yeni durum karşısında politikasının nasıl olması gerektiği meselesini ise bugüne bırakmıştım.
Uluslararası sistemdeki ve Orta Doğu bölgesindeki güç dağılımının doğası gereği Türkiye, Suriye’nin geleceğini tek başına belirleyebilecek güce sahip değil. Böyle bir kapasiteye sahip hiçbir ülke de yok aslında. Bu nedenle Ankara’nın, Suriye politikasındaki bundan sonraki adımlarını belirlerken bu konuda etkili olan diğer aktörlerin tavırlarını iyi hesap etmesi gerekiyor.
ABD ve İsrail’in, Suriye meselesinin bundan sonraki seyrinde daha fazla söz sahibi olmak istediği ve özellikle İsrail’i rahatsız edecek bir tablonun ortaya çıkmasının önlenmesine odaklandığı cumartesi yazısında ifade edilmişti.
Washington ve Tel Aviv’in Suriye meselesine müdahalesinin artmasının Türkiye açısından iki önemli sonucu söz konusudur.
Bunlardan birincisi, Ankara’nın sorunun çözümü konusunda Moskova ve Tahran ile vardığı anlaşmaların geleceği bu ABD ve İsrail ilgisinden doğrudan etkilenecektir. Bunun Türkiye açısından bir avantaj mı, yoksa dezavantaj mı olduğu meselesi ise özellikle Trump yönetiminin Suriye sorununun kapsamlı çözümü konusunda ne düşündüğünün netleşmesi ile yakından ilgilidir.
Obama dönemindeki Amerikan politikasının Şam, Tahran ve Moskova’ya tanıdığı hareket serbestiyetinin Ankara’yı ne kadar zor duruma düşürdüğü hatırlanırsa, Türkiye için en önemli risk Amerika’nın Suriye politikasının netleşmemesi olacaktır. Uzun süre Obama yönetiminin Suriye’de adım atmasını beklediği için karşı bloktaki Moskova ve Tahran ile masaya oturmakta geç kalan Ankara’nın, tam da Rusya ve İran ile sorunun çözümü konusunda adım attığı dönemde ABD’nin Suriye meselesinde aktif hâle gelmesi bundan sonra alınacak kararları zorlaştıran bir durumdur.
Washington’un bugüne kadarki politikasına bakıp, ABD’ye “güvenmeden” Rusya ve İran’la barış konusunda girilen yolu devam ettirmek mi daha doğru olacaktır, yoksa Trump yönetiminin Suriye’deki dengeleri değiştirmeye kararlı olduğunu düşünerek ABD’nin de olduğu yeni bir masanın kurulmasını beklemek mi?
ABD’nin olmadığı masada Türkiye, Rusya ve İran karşısında yalnız kalmıştı ve bu yüzden varılan anlaşmalar çok da Ankara’nın istediği gibi olmamıştı. Ancak Suriye’deki insani dramı bitirmek ve PYD/PKK ile mücadeleye odaklanmak isteyen Ankara, daha fazla Amerikalıları beklemek yerine Moskova ve Tahran ile anlaşma yolunu tercih etmişti. Türkiye’nin bu yolu seçmesinde Obama yönetiminin 15 Temmuz darbe girişimi sırasındaki politikası, FETÖ’ye sahip çıkan tutumu ve PYD’ye yönelik açık desteği de önemli rol oynamıştı.
İşte, Trump yönetiminin FETÖ ve PYD/PKK terör örgütleri konusundaki tutumu ve genel olarak AK Parti yönetimiyle ilişkileri nasıl dizayn etmek istediği Türkiye’nin hem ABD’ye hem de Suriye sorununa yönelik politikasını belirleyen temel faktör olacaktır. Bu açıdan bakıldığında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın gelecek hafta gerçekleştireceği ABD ziyareti sadece Türk-Amerikan ilişkilerinin değil Suriye sorununun geleceği açısından da çok önemli olacaktır.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Başkan Trump ile görüşmesinde FETÖ ve PYD konularında Türkiye’yi tatmin edecek işaretler alması ve Suriye sorununun çözümü konusunda ABD’nin daha aktif bir politika izleyeceği izlenimiyle dönmesi, Suriye meselesinde ve Türkiye’nin Suriye politikasında yeni bir dönemin başlaması anlamına gelebilir. ABD-İsrail ekseninin İran politikasının ne olacağı ve bu çerçevede Ankara ile nasıl bir ilişki kurmayı arzu ettikleri de bu konuda belirleyici olacaktır.
Trump yönetiminin Obama dönemindeki Suriye politikasını sürdürmek istemesi veya bir değişiklik istese de, Obama döneminden kalma güvenlik bürokrasisine hâkim olmakta gecikmesi ise Türkiye’nin Suriye meselesinde Rusya ve İran ile birlikte yürüttükleri sürecin devam ettirilmesi yönünde bir tercihte bulunması sonucunu doğuracaktır.
ABD’nin, PYD’ye destek verme yönündeki Obama politikasını sürdürüp, Suriye’nin geri kalan bölgelerinde ise Obama döneminden farklı olarak Rusya ve İran’ı daha fazla karşısına alan bir politikaya yönelmesi ise, Ankara açısından yönetilmesi daha zor bir süreç anlamına gelecektir. Bu durumda Türkiye, hem ABD ve Rusya arasında bir denge politikası yürütmek hem de PYD/PKK ile mücadelesini tek başına sürdürmek zorunda kalacaktır.
[Türkiye Gazetesi, 10 Mayıs 2017].