Geçen hafta TBMM’ye YükseköÄŸretim Kurulu’nun (YÖK) mevcut yetkilerini artıran bir yasa tasarısı iletildi. Yasa tasarısı, doçentlik verme, vakıf üniversitelerinin mütevelli heyet üyelerini belirleme ve tanımlıyor.
Bu yetkilerin her birinin gerekçeleri tek tek tartışılabilir. Ancak ne kadar insaflı yorum yaparsak yapalım, ortada açıkça tuhaf bir durum var. Dolayısıyla tek tek yasa tasarısında yer alan maddeleri tartışmayı bir kenara koyalım ve bu tuhaf duruma odaklanalım:
Åžu ana kadar AK Parti hükümetlerinin bütün programlarında, kalkınma planlarında ve seçim beyannamelerinde YÖK’ün yetkilerinin azaltılacağına iliÅŸkin bir yaklaşım söz konusudur; yasa tasarısında ise bunun aksine bir istikamet görülmekte.
OLAÄžANÜSTÜ HÂL VS. NORMALLEÅžME
YÖK, olaÄŸanüstü bir dönemde, 12 Eylül askeri darbesinin yani normal demokratik iÅŸleyiÅŸin sekteye uÄŸradığı bir dönemin ardından kuruldu. Bundan dolayı, temel güdüsü, üniversiteler üzerindeki kontrolü artırmaktı. YÖK, sürekli eleÅŸtirildi ve reform edilmesi gerektiÄŸi yaygın olarak dile getirildi.
Ancak, YÖK’e iliÅŸkin eleÅŸtirilerin varlığına ve yaygınlığına raÄŸmen, bugüne kadar, köklü bir yükseköÄŸretim reformu yapılamadı. Bunun önemli bir sebebi, nasıl bir yükseköÄŸretim sistemi istendiÄŸine iliÅŸkin ortak bir vizyon ve anlayış geliÅŸtirilememiÅŸ olmasıdır. Bugün bile hâlâ ortak bir anlayış maalesef geliÅŸtirilememiÅŸtir. Bunun da kökeninde, siyasetçilerle birlikte akademisyenlerin sorumluluÄŸu vardır.
Bir tür slogana dönüÅŸen “YÖK’ün yetkilerinin azaltılmasını” dile getirenler dâhil olmak üzere, YÖK’ün belli konularda yetkilerinin artırılmasını isteyen azımsanmayacak bir akademik topluluk söz konusudur. Bu topluluk, hemen her akademik sorunun çözümün daha fazla denetimde ve merkeziyetçilikte arayan bir zihniyete sahiptir.
Bu zihniyet ise beÄŸenelim veya beÄŸenmeyelim, çeÅŸitli korkulardan dolayı Türkiye’de kolaylıkla bir karşılık bulabilmektedir. Türkiye’de herhangi bir alanda merkezde toplanan yetkilerin yerele devredilmesi tartışmalarında, karşımıza hemen “Kürt sorunu”, “kadrolaÅŸma”, “içten beslenme” vb. kartlar çıkmaktadır.
Özellikle Kemal Gürüz’ün otoriter mirasına ve daha fazla kontrol arzusunda olan bir zihniyetin akademik çevrelerde ve YÖK’teki varlığına raÄŸmen, Yusuf Ziya Özcan ve Gökhan Çetinsaya baÅŸkanlığında YÖK, üniversitelerle daha az buyurgan ve otoriter bir iliÅŸki geliÅŸtirdi. Bunda ÅŸüphesiz CumhurbaÅŸkanı Abdullah Gül’ün de yükseköÄŸretimde normalleÅŸmeyi isteyen tavrı çok etkili oldu. Aynı dönemde, BaÅŸbakan ErdoÄŸan’ın yükseköÄŸretim sistemini büyütmeye muazzam bir destek vermesi de normalleÅŸmeyi kolaylaÅŸtırdı.
Açıkçası; otoriter ve elitist bir geçmiÅŸi olan Türkiye’de yükseköÄŸretimin kitleselleÅŸmesi, normalleÅŸmesi ve böylece demokratikleÅŸmesi, AK Parti döneminde oldu.
2008’den sonra YÖK, kararlarında katılımcılığı daha çok önemsedi ve akademik toplum tarafından daha ulaşılabilir oldu. Katsayı ve baÅŸörtüsü gibi dayatmacı uygulamaları terk etti. Ä°lahiyat müfredatlarını daha fazla belirleme örneÄŸindeki gibi denetlemeyi artırıcı kararlardan ise, konuyla ilgili aktörleri ve toplumsal talepleri dikkate alarak vazgeçti.
2023 HEDEFLERÄ°
Bu satırları yazdığım sırada (23 Haziran 2014), haber sitelerinde Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Fikri Işık’ın yükseköÄŸretim sisteminin