Astana süreci ve devamında oldukça üst düzeyde toplanan Soçi zirvesi, Suriye krizinin yönetilmesi ve hatta çözülmesi için önemli beklentiler oluşturdu. Bölgesel düzeyde etkin üç ülke Rusya, Türkiye ve İran'ın bir araya gelmesi bu beklentinin oluşmasında önemli bir etken. Özellikle Soçi zirvesinde devlet başkanları, dış işleri bakanları ve istihbarat ve genel kurmay başkanlarının katılımıyla verilen görüntü, görüşmelerin ciddiyetine dair önemli bir işaretti. Devlet başkanlarının açıklamaları da bir yandan bazı konular üzerinde ihtilafların devam ettiğine; fakat öte yandan krizin siyasi çözümü noktasında önemli mutabakatın sağlandığına işaret etmekteydi. Ulusal Diyalog Kongresinin kurulmasına ilişkin alınan karar bu açıdan oldukça somut bir adımdı.
Yaklaşık iki aydır yapılan görüşmeler bu zirveye hangi yerel aktörlerin katılacağı etrafında yoğunlaştı ve önemli düzeyde mutabakat sağlandı. Muhalif grupların Türkiye'nin ikna gücü ile birçok uluslararası toplantıya katıldığı zaten biliniyor. Benzer bir durum önümüzdeki Soçi zirvesi için de geçerli. Bir çok grup rejim ve Rusya'nın saldırıları dolayısıyla zirveye katılımı konusunda isteksiz olduğu biliniyor ve bu grupları ikna edecek olan taraf yine Türkiye olacaktır.
Ancak son birkaç gündür rejimin İdlib, Hama ve Doğu Guta'ya yönelik gerçekleştirdiği saldırılar, yaklaşan Soçi zirvesinin toplanıp toplanmayacağı üzerinde şüphe oluşturuyor. Rusya'nın, rejimi dizginlemesi gerekirken bu saldırıları meşrulaştırmaya yönelik açıklamalar yapması ya da sessiz kalması rejimin daha da agresifleşmesine zemin hazırlamaktadır. Tartus ve Hmeymim üssüne yönelik saldırılara ilişkin Rusya'dan yapılan açıklamalar ise oldukça önemli çelişkiler barındırıyor. Önce ABD'yi işaret eden açıklamalar yapıldı, İdlib'in güneyinde rejimin saldırıları başladıktan sonra ise saldırıların Türkiye'nin kontrol etmesi gereken bölgelerden geldiği ifade edildi. Halbuki varılan mutabakat gereği Türkiye'nin bu bölgedeki gözlem için kurması gereken alt yapı henüz tamamlanmadı. Bu süre zarfında ise, rejimin saldırılarının yoğunlaşması somut bir gerçek olarak karşımızda duruyor. Putin'in Cumhurbaşkanı Erdoğan'la yaptığı görüşme sonrasında ise, Türkiye'nin bu saldırılarla herhangi bir şekilde ilişkilendirilmeyeceği açıklaması yapıldı. Bu açıklamanın tansiyonu az da olsa düşürmüş olması önemli ancak yeterli değil.
Kaldı ki son bir haftadır şiddetlenen çatışmalar iki önemli hususu gözler önüne serdi. Birincisi muhalifler, uçak düşürecek ve karada rahatça ilerleyecek bir kapasiteye sahipler. Başka bir deyişle rejimin Rus ve İran desteğine rağmen ilerleme kaydetmesi çok da kolay olmuyor. Özellikle Hama kırsalında gerçekleşen çatışmalar bu durumun somut göstergesi. İkincisi ise rejimin ilerleme sağladığı bölgeler İdlib gibi sivillerin yoğun yaşadığı yerler. Bu ilerleme de ancak çok sayıda sivilin hayatını kaybetmesi sonucunu doğuruyor.
Bütün bu çatışmaların Soçi öncesinde tarafların kendi pozisyonlarını tahkim etme ve masaya güçlü kozlarla oturma amacına yönelik olma ihtimali yüksek. Ancak bu durum Soçi'nin toplanmasını zorlaştıran bir etkiye de sahip. Çatışmalar şiddetlendikçe siyasi çözüm söylemi ikna ediciliğini yitirecek ve özellikle muhalif grupların Soçi'ye katılması için ikna edilmesi zorlaşacaktır.
Çatışma süreçlerinde ateşkes ve barış görüşmelerinin kesintiye uğraması, ve hatta görüşmeler sonrasında daha da şiddetlenmesi zaman zaman söz konusu olabilmektedir. Ancak Suriye krizinin siyasi çözümü için ortaya konulan iradenin bu senaryonun önüne geçmesi beklenmektedir. Çünkü bu görüşmeler yalnızca çatışan yerel aktörlerin inisiyatifinde değil, üç önemli aktörün garantörlüğünde yürümektedir. Daha önceki yıllarda sağlanan ateşkeslerin neredeyse tamamını rejimin bozduğunu hatırlayacak olursak Rusya ve İran'a önemli sorumluluklar düşmektedir.
[Fikriyat, 12 Ocak 2018].