Batı dünyasının en saygın gazete ve dergilerinde Türkiye’nin Transatlantik sisteminden uzaklaşarak yüzünü Ortadoğu’ya dönmesi şeklinde bir eksen değişikliği içinde olup olmadığına dair hararetli bir tartışma var. Batı medyasında yoğun şekilde bu konuda yorum, makale ve köşe yazıları yayınlanıyor. Türkiye’nin dış politika yönelimine ilişkin bu ateşli tartışmayı dikkatle takip eden Türk liderler ise ısrarla mevcut pozisyonun devam ettiğinin altını çiziyorlar. Eksen kayması iddialarına karşı Türk liderlerin yaptıkları bu açıklamalara rağmen, Türkiye’nin kimliği ve dış politikada yönelimi hakkındaki tartışmalar hız kesmiş değil. Türk dış politikasında bir değişim süreci yaşandığı doğrudur. Ancak bu değişim süreci, Türkiye’nin Batı ile bağlarını kopararak bunların yerine Doğu ile yeni bağlar kurması olarak görülmemelidir. Yaşanan daha çok Soğuk Savaş’ın sona ermesi ile kaçınılmaz olarak ortaya çıkan güç kaymasının sonuçlarıdır ve yeni yüzyılın bir gerçeğidir.
2009 yılının ikinci yarısından itibaren Batı dünyasının önde gelen gazete ve dergilerinde yoğun şekilde, Türkiye’nin Transatlantik sistemden uzaklaşarak, yönünü güneye (Orta Doğu’ya) ve doğuya (Asya’ya) çevirdiği, bir eksen değiştirme süreci içinde olduğu yönünde yorumlar, makaleler ve köşe yazıları yayınlanmaya başladı. Samuel Huntington’ın “medeniyetler çatışması” varsayımının küresel entelektüel söylemin başlıca konularından biri haline geldiği 11 Eylül sonrası dünyada, jeopolitik konumu açısından vazgeçilmez olan Türkiye’nin doğuya dönüşü, medeniyetler fay hattı üzerinde önemli bir tektonik kayma anlamına geliyordu. Nitekim Türkiye’nin yönü, batıdan doğuya, kuzeyden güneye bütün ülkelerde bir merak uyandırdı. 2009 sonbaharının başından beri aşağıdaki türden yazı başlıkları okumadığımız tek bir gün neredeyse geçmedi: “Batı Türkiye’yi nasıl kaybetti?” ,“Türkiye Batı’yı terk ederse neler olur?”, “Türkiye: Artık bir müttefik değil”, “Türklerin Doğu’ya dönüşü”, “Türkiye’nin İran ve İsrail’e kaygı verici yaklaşımı”, “Yeni Türk lügati”, “Türkiye’siz bir NATO”, “Türkiye İran’ın dostu mu?”, “Doğu’ya doğru bir İslami merkez”, “Avrupa’da hayal kırıklığı: Türkiye Doğu’ya bakıyor”, “Türkiye ve Orta Doğu: Doğu’ya ve Güney’e bakmak.” Bunlar Amerika’dan İngiltere’ye, Fransa’dan Almanya’ya kadar uzanan Batı coğrafyasında yayınlanan dergi ve gazete makalelerinin, düşünce kuruluşu raporlarının başlıklarından sadece birkaç örnek. Bu makalelerin tamamı, Türkiye’nin mevcut dış politika yönelimi hakkında Atlantik’in her iki yakasına hâkim olan duyarlılığın altını çizmektedirler. Aynı şekilde, bu analizlerin tümü, Türkiye’nin kendini yeniden konumlandırdığı ve Batı’dan uzaklaşarak ülkenin güneyine ve kuzeyine, özellikle Müslüman dünyasına doğru tarihi bir sapma gösterdiğine dair önyargılı bir sonuç içermektedirler. Bu yargı, özellikle Avrupalılar arasında, Cumhuriyet Türkiyesinin bazı ana prensiplerinin “Neo-Osmanlıcılık” ile değiştirildiği yönündeki bir algıdan kaynaklanmaktadır. Atatürk tarafından ortaya konulan ilkelere yıllardır bağlı kalmış Batı eğilimli seküler Cumhuriyet Türkiyesi ile Orta Doğu’da ve Doğu Avrupa’da 400 yıl hüküm sürmüş Osmanlı İmparatorluğu arasında belirgin bir zıtlık olduğunu kabul eden bu görüşler, Türkiye’nin mevcut dış politika girişimlerini, Osmanlıcı vizyonu canlandırmak şeklinde değerlendirmektedirler. Türkiye’nin dış politika yönelimi sadece Batı’da değil, aynı anda ve eşit şekilde Orta Doğu’daki düşünce çevrelerinde ve medyada da merak uyandırmış durumdadır. Bölge medyasında, Türkiye Batı dünyasında var olandan tamamen farklı bir perspektifle ama aynı önemle yer almaktadır. Türkiye’nin “yeni duruşu” köşe yazarların çoğu tarafından takdirle karşılanmaktadır. Türkiye’nin geniş Orta Doğu’da yeni bir güç merkezi olarak çıkışı hakkında Arap ve Müslüman medyada yer alan bazı makale ve köşe yazılarının etkileyici başlıkları bunu anlamak için yeterlidir: “Bu yüzyıl Orta Doğu’da Türk yüzyılı olabilecek mi?”, “Türkiye Müslüman dünyaya liderlik ediyor”, “Türkiye’nin oynayacak bir rolü var”, “Orta Doğu’da güç Türkiye ve İran’a doğru kayıyor”, “Türkiye bölgesel arabulucu oluyor”, “Türkiye bölgede arabuluculuk yapabilir ve yapmalıdır”, “Daha fazla Erdoğanlara ihtiyacımız var”, “Türkiye’nin yükselişi” ...