1982 Hama Katliamı'nın üzerinden otuz sene geçti. 10 bin ila 40 bin arasındaki Suriyelinin Baba Esad'ın emri ve Amca Esad'ın eliyle katledildiği Hama, Ortadoğu'nun en büyük katliamlarından biri olarak tarihe geçti. Bu katliamla Esad ailesi, azınlık hâkimiyetine dayandırdığı Suriye rejimini şiddetle konsolide ederken; çoğunluk Suriye halkı ise şiddetle sindirilmenin yarattığı "mağlup psikolojisi" içinde yaşamlarını sürdürdü. "Yeterince kullanıldığında şiddetin işe yaradığı" fikriyle hareket eden Suriye rejimi, on yıllardır parti- asker-istihbarat üçlemesiyle, ülkeye soktukları "şiddet kültürünü" zihinlerde canlı tuttu. Aradan geçen otuz sene zarfında şiddet, rejimin hayatta kalabilme stratejisinin sacayaklarından birisi olarak yerini korudu.
Bugün gelinen noktada Suriye rejimi, gücünü ve geleceğini dört ana dayanak üzerinden değerlendiriyor. Öncelikle, rejim, Suriye ordusunun son raddeye kadar rejimle birlikte hareket edeceğini hesaba katıyor. Bunun temelinde, ordunun kilit noktalarına sistematik olarak yerleştirilen ve rejime mezhep ve kan bağı ile bağlı olan komutanların sadakatlerini sonuna kadar sürdürecekleri düşüncesi yatıyor. Olayların başladığı mart ayından beri bu kilit isimlerin mevzilerini terk etmemesi de rejimin bu hesabını güçlendiriyor. Bu hesap aynı zamanda rejime Hama katliamında olduğu gibi muhalefet sindirilene kadar şiddet kullanabilme şansı tanımakta ve bir "karşılıklı yıpratma savaşına" dönüşen Suriye'deki mücadelede rejimin eline güçlü bir koz vermektedir. Rejim ikinci dayanak olarak da mezhep ve sanal istikrar kartını elinde tutuyor. Kendisini özellikle Nusayrilerin ve ayrıca Esad sonrasında hedef haline geleceğini iddia ettiği azınlıkların güvencesi olarak ilan ederek bu kesimlerin desteğini alan Beşar, ülkeyi daha da büyük bir kaosa sürükleme şantajıyla da ekmeği istikrar olan tüccar sınıfının şartlı desteğini alıyor. Ordudan istihbarata, Şebbiha'dan sıradan halka kadar Suriyeli Nusayriler varoluşsal bir mücadele verdiklerini düşünüyor ve maalesef artık halka kadar inen bu anlayış ülkede mezhepsel çatışmayı tetikliyor. Diğer bir deyişle rejim, muhalefetin yürüttüğü tipik bir hak mücadelesini mezhepsel mücadeleye dönüştürmeye çalışıyor ve bunu kendisi için bir hayatta kalabilme stratejisi olarak kullanıyor. Üçüncü olarak, Suriye rejimi muhalefetin güçsüzlüğünden de kendisine güç devşiriyor. On yıllardır siyaset yapamayan Suriyelilerin muhalif bir hareket oluşturma ve birlikte hareket etme zorlukları rejimin hanesine kredi olarak yansıyor.
Rejim, sıfır toplamlı bir oyun olan rejim-muhalefet dengesinin rejim kefesini muhafaza etmeye çalışırken muhalefetin toparlanamaması için içi boş diyalog çağrıları, Arap Birliği ile işbirliği görüntüsü ve bazı muhalif kesimlerle görüşme gibi stratejik hamleler yapıyor. Son olarak şiddetle beslenerek hayatta kaldığını düşünen rejim, ömrünün sadece dışarıdan gelecek bir şiddetle sona ereceğini düşünüyor ve bu noktada uluslararası toplumun Suriye konusundaki konsensüs yokluğundan istifade ediyor. Varlığından rahatsızlık duysa da Özgür Suriye Ordusu'nu kendisi için varoluşsal bir tehdit olarak görmeyen rejim, aslında bir dış müdahaleden çekiniyor ama uluslararası toplumun şu aşamada dış müdahaleye sıcak bakmaması Suriye rejimini cesaretlendiriyor. Diğer bir deyişle, rejim ve taraftarları, dış müdahalenin gündemde olmadığı, global ölçekte Rusya'nın ve bölgesel ölçekte İran'ın desteğinin sürdüğü, arkasında mezhep ve istikrar kanallarıyla bir kesim Suriyelinin toplan