Uzun müzakereler sonucunda Türkiye ile ABD Suriye'nin kuzeyinde Güvenli Bölge oluşturma konusunda bir mutabakata vardı. Güvenli Bölge meselesinin 2012'den beri farklı bölgeler için ve formüllerle Türkiye tarafından sürekli gündeme getirildiği zaten biliniyor. Bunun için sekiz yıllık zaman dilimi boyunca Türkiye'nin sunduğu gerekçeler de hemen hemen aynıydı: Suriye'nin toprak bütünlüğü, sınırda terör etkinliğinin artması ve mülteci yükünün gittikçe ağırlaşması.
Ancak ABD başta olmak üzere Batılı müttefiklerden ve diğer uluslararası aktörlerden Türkiye beklediği desteği göremedi. Bu durum, Türkiye'nin karşı karşıya kaldığı terör riskini ve mülteci yükünü artırmış, Suriye'nin toprak bütünlüğü de tehdit altında kalmıştır.
Buna karşın Türkiye, yükselen bu tehditleri bertaraf etmek amacıyla Ağustos 2016'da Fırat Kalkanı Harekatı ile Azez-Cerablus hattını, Ocak 2018'de de Zeytin Dalı Harekatı ile Afrin bölgesini terör unsurlarından temizleyerek mültecilerin geri dönüşü için güvenli alanlar haline getirmiştir.
Bu askeri harekatlar ile Türkiye karşı karşıya kaldığı terör tehdidi ile mülteci yükünü sınırlı düzeyde bertaraf etse de Suriye krizinin dönüşümü ile tehdit ve riskler de zamanla büyümüştür. Özellikle ABD'nin desteği ile PYD'nin büyümesi ve kontrol ettiği alanlardan artan mülteci akını Türkiye'nin Güvenli Bölge formülünde ısrarcı olmasını zorunlu kılmıştır.
2016'da iktidara gelen Trump'ın Suriye politikasını değiştirmeye dönük niyeti ve çabaları Türkiye'ye bir manevra alanı açmıştır. Ancak ABD Türkiye'nin beklentilerine cevap vermek bir yana, PYD'ye destek vermeye devam etmiştir.
Aralık 2018'de Trump'ın Suriye'den çekilme kararını ilan etmesi ve Türkiye'nin 32 km'lik derinliğe sahip bir Güvenli Bölge oluşturmasına yeşil ışık yakması yeni bir müzakere sürecini başlatmıştır. Müzakereler devam ederken Türkiye bir yandan sınırda tek başına müdahale dahil birçok senaryoya göre askeri harekathazırlıklarını tamamlamıştır.
Bir dizi müzakerenin ardından 5-7 Ağustos'ta yapılan nihai görüşmelerde bir mutabakata varıldığı ilan edilmiştir. Buna göre;
a. Türkiye'nin güvenlik endişelerini giderecek ilk aşamada alınacak tedbirlerin bir an önce uygulanması,
b. Bu çerçevede, Güvenli Bölge tesisinin ABD ile birlikte koordine ve yönetimi için Türkiye'de Müşterek Harekât Merkezinin en kısa zamanda kurulması,
c. Müteakiben, Güvenli Bölgenin bir barış koridoru olması ve yerinden edilmiş Suriyeli kardeşlerimizin ülkelerine dönmeleri için her türlü ilave tedbirin alınması konularında mutabık kalınmıştır.
ABD bu sefer sözünde duracak mı?
Bu maddelere bakıldığında ABD'nin Türkiye'nin pozisyonuna yaklaştığını ifade etmek mümkündür. Ancak mutabakatın sahaya nasıl yansıyacağına dair somut bir anlaşma olmaması kafaları karıştırmaktadır. Mesela Türkiye'nin güvenlik endişelerini gidermek için alınacak tedbirlere ilişkin hangi somut adımların atılacağını bilmiyoruz. Benzer sorular, Barış koridorunun hangi bölgede, nasıl kurulacağı ve mültecilerin geri dönüşünün nasıl sağlanacağına dair konular için de geçerli.
Kısacası bu maddelere bağlı kalınarak sahada gerekli adımların atılması durumunda PYD'nin tasfiyesi ve mültecilerin önemli bir kısmının geri dönüşünü bekleyebiliriz. Çünkü Türkiye'nin güvenlik endişelerinin başka şekilde karşılanması mümkün değildir.
Ancak Mümbiç anlaşması dahil, ABD'nin taahhütlerine sadık kalmaması anlaşmanın sahaya nasıl yansıyacağı konusunda endişelerin dile gelmesine neden oluyor. Dahası hafızalarda yer eden bu durum, mutabakatın ABD tarafından yeni bir oyalama taktiği olarak mı kullanılacağı sorularını gündeme getirmiştir.
Bu ihtiyat payına rağmen Türkiye ile ABD arasında yeni bir mutabakata varılmış olması, ABD'yi ciddi bir taahhüt altına sokmuştur. Gerekli adımların atılmaması durumunda Türkiye'nin tek başına bir inisiyatif üstlenmemesi için herhangi bir neden kalmayacaktır.
[Sabah, 10 Ağustos 2019].