Gezi'nin üzerinden bir yıl geçtikten sonra, eylemlerin ürettiği sonuçlar ve sokak-siyaset ilişkisi üzerine serinkanlı bir tartışma yürütmeye ihtiyaç var. Sokak-siyaset- demokrasi arasında bütün zamanlar için geçerli, yegâne bir ilişki biçimi mevcut değildir. Sokak romantizmini bir kenara koyacak olursak, sokak ancak somut bir siyasal ajanda ve tanımlanmış bir hedef ile desteklendiğinde, anlamlı siyasal sonuçlar doğurabilir.
Bulgaristan'da gecen yıl yaşanan üç protesto dalgası bunu teyit etmektedir. Ocak ve Şubat aylarında yapılan protestolarda, protestocuların talepleri tanımlanabilir, itirazları anlaşılabilir, protesto sınırları içerisinde kalan makul ve meşru nitelikteydi. Yüksek elektrik fiyatlarının protesto edildiği bu ilk eylem dalgasında, hükûmet istifa etmek zorunda kaldı. İkinci dalgada, yeni göreve başlayan hükûmetin şaibeli bir ismi istihbarat kurumunun başına ataması üzerine yaşandı. Bu protestolar sonucunda hedefteki isim de istifa etmek zorunda kaldı. Fakat üçüncü dalgada, protestocular karşılanması mümkün olmayan, protesto sınırları içerisinde değerlendirilmeyecek sistemin değişmesi ve benzeri talepler ile sokağa çıktı. Herhangi bir anlamlı sonuç doğurmayan bu protesto dalgası mukadder olduğu gibi başarısızlığa uğradı. Özetle ifade etmek gerekirse, Bulgaristan'da eylemciler, somut-uygulanabilir taleplerde bulununca başarılı sonuçlar elde ettiler, soyut-maksimalist taleplerde bulununca başarısız oldular.
Buradan Türkiye'ye geçecek olursak, Gezi protestolarının doğumuna sebebiyet veren somut, tanımlanabilir, karşılanabilir talep (Gezi Parkına Topçu Kışlasının inşa edilmemesi hedefi) eylemcilerin zaferiyle sonuçlandı. Tepki çeken proje raftan kaldırıldı. Fakat Gezi eylemlerinin daha sonra yaşadığı evrilmeler ile bunun doğurduğu taleplerin çoğu tanımlanması güç, protesto kalıpları içerisinde değerlendirilemeyecek niteliğe kavuştu. Taksim Dayanışma Platformunun ortaya koyduğu neo-liberal ekonomi politikalarının değişimi, hükûmetin genel siyasetinin adeta toptan değiştirilmesi talebi ve benzeri muğlak, maksimalist talepler bir protestonun sınırları içerisine sığmayan, devrim, darbe veya ancak iktidar değişimi sonucu girişilecek radikal bir siyasal dönüşüm ile elde edilecek niteliğe sahipti. Türkiye'deki çoğunluğun temel taleplerine mugayir olan bu yaklaşım ve talepler ancak daha baskıcı, daha otoriter, daha anti-demokratik bir sistemin tesis edilmesiyle elde edilebilecek nitelikteydiler. Bu nedenle de karşılık üretmedi.
Dolayısıyla, protestoların başarısı talep ve yöntemlerinin rasyonalitesi ve meşruiyetiyle yakından ilintilidir. Örneğin, Kürt ve İslami hareketlerin taleplerinin 1990'lı yıllardan itibaren mütemadiyen daha somut bir hal alması, siyasal alanda karşılanabilecek bir formata kavuşması, taleplerin karşılanmasını kolaylaştırdı. Somutlaştırmak gerekirse, katsayı adaletsizliği, başörtüsü adaletsizliği, Kürtçe üzerindeki engellerin kaldırılması, Kürt coğrafyasında askeri ve OHAL düzenin kaldırılması gibi somut, karşılanabilir ve meşru talepler dillendirildi ve bu talepler peyderpey karşılandı.
Dolayısıyla, sokağın siyasetle kurduğu ilişkide dile getirdiği taleplerin, somut, karşılanabilir, meşru olması, protesto sınırları içinde kalması, karşılanmasını- karşılık bulmasını kolaylaştırıyor. Sokak ile siyaset arasında bu şekilde bir ilişkinin geliştirilmesi, sadece bu protestoların hedeflerine ulaşmasını sağlamakla kalmıyor, aynı zamanda ülkenin genel demokratikleşmesine de katkı sunuyor. Buna karşın, ancak devrim, darbe veya olağanüstü dönüşümlerin sonucunda elde edilebilecek maksimalist talepler, bunların elde edilmesi için benimsenen anti-demokratik yöntemler kurumsal siyaset ile negatif bir ilişki kuracağı, bunun da daha antidemokratik ve baskıcı bir yönelime yol açacağı aşikârdır.
[Sabah Perspektif, 7 Haziran 2014]