İdlib Suriye iç savaşının en sıkışık bölgesi desek yanlış olmaz. Bunca zaman gerileyen muhalifler daracık bir alana sıkışıp kaldı. Esad ve destekçileri aslında iç savaşa kökten bir çözüm olarak etnik temizliği görüyor. Muhalifler ya öldürülüyor ya da Türkiye sınırına doğru sürülüyor. Maalesef tüm dünyanın gözü önünde yapılan bu kıyım artık son noktaya ulaştı.
Bu saatten sonra Türkiye'nin yeni mülteci kabul etme şansı yok. Olsa bile Esad rejiminin elini rahatlatmak anlamına gelir. Bu nedenle Türkiye baştan beri İdlib'de özel bir statü kurmanın peşinde oldu. Astana sürecinin en somut başarılarından biri İdlib'de ateşkesin defalarca kurulabilmiş olmasıydı. Hem daha fazla kan dökülmesini hem de tüm Suriye'de yeni gerilimlerin doğmasını engellemek adına bu sürece azami hassasiyet göstermek gerekiyordu.
Türkiye elinden geleni yaptı. Ancak başta Esad ve İran arkasından da Rusya sürekli ateşkesi ihlal etti.
Hep endişeliydik. Çünkü zaten bu tür ateşkesleri sürdürmek kolay değildir. Dahası Suriye rejimi zaten bu ateşkese hiçbir zaman samimi bir tutumla yaklaşmadı.
Yine maalesef Ruslar da bunu hep bir tehdit aracı olarak gördü. Zaman zaman rejimin tacizlerine göz yummakta sorun görmedi. Ama her seferinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve Putin sürpriz biçimde bu ateşkesi sürdürmenin yollarını buldu. Çünkü Putin Suriye kazanımlarının tamamını ateşe atacak veya çok daha yüksek bir maliyete neden olacak bir adım atmaktan kaçındı. Zaman zaman Türkiye'nin kararlılığını ölçtü.
Ama Türkiye'nin geri adım atacak hali olmadığı için tekrar ateşkese dönmek en rasyonel tepkiydi. Bugün geldiğimiz noktada Rusya'nın bu akılcı tutumu sürdürüp sürdüremeyeceği belli değil. Pire için yorgan mı yakacak yoksa kazanımlarını elde tutmak için masaya mı dönecek?
Ama sonuç ne olursa olsun Türkiye'nin atması gereken bazı adımlar var. Eğer bu mesele Türk askerine ateş açmak gibi bir noktaya geldiyse bunun hem karşılığı olur hem de çeşitli tedbirler almayı gerekli kılar. Rejim sürekli ufak adımlarla ilerleme stratejisini benimseyerek fiili bir durum yaratma çabasında. Bu nedenle öncelikle böylesi bir durumun önüne sağlam bir set çekmek gerekir.
Uzun zamandır Türkiye'nin İdlib'de güvenli bölge kurması ve bunu da mülteciler üzerinden yapması gerektiğini söylüyorum. Uzunluğu ve genişliği tartışmaya açıktır ama mültecileri kendi sınırında değil Suriye topraklarında karşılamak mümkündür ve bir an önce yapılmasında fayda vardır. Bunun için acilen önce Avrupalı ülkeler nezdinde bir girişim başlatılabilir.
Aksi taktirde mültecilerin tüm Avrupa için ciddi bir sorun olacağı dile getirilebilir. İdlib'deki sivil halkın bu bölgeden Türkiye'ye geçmesi hem Türkiye hem de Avrupa'yı zor durumda bırakır. Ama Suriye'de kalması rejimi sıkıştırır.
ABD'nin de bu anlamda en azından pasif bir destek vereceğini tahmin edebiliriz. Rusya tabii ki çok rahatsız olacaktır ama bu oldubittinin ardından meseleyi uzatma eğilimi de daha sınırlı olur. Bazen bazı durumlarda Gordiyon düğümünü kesip kopartmak gerekir.
Ondan sonrası müzakeredir.
Suriye iç savaşında bile bunun çeşitli örneklerine rastladık. Bu tür süreçlerden kimse mutlak kazançla çıkmaz. Türkiye diğer kuzey bölgelerde yaptığı gibi İdlib'in kuzeyinde de askeri varlığını ortaya koyarsa daha güçlü ve daha caydırıcı olacaktır.
Aksi takdirde Rusya HTŞ gibi grupları bahane ederek bu tırmandırma siyasetini devam ettirebilir. Tırmandırmaların başı sonu belli olmaz. Daha kötü sonuçlar doğurma ihtimali de yüksektir. Ancak Türkiye bölgeye sağlam biçimde üslendiğinde herkes zamanla alışacaktır.
Muhtemelen Rusya ile müzakereler devam edecek. Ancak o müzakerelerin sonucu her ne olursa olsun Türkiye bazı adımları kendi başına atarsa daha fazla güvende olacaktır.
[Sabah, 4 Şubat 2019].