Suudi Arabistan’da 4 Kasım 2017’de Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın talimatıyla 4 prens, 11 bakan ve onlarca işadamının gözaltına alınmasıyla başlayan “yolsuzluk” soruşturmaları büyük oranda sonuçlandı. Suudi Arabistan başsavcılığı yaptığı açıklamada göz altına alınan 381 üst düzey Suudi’den büyük çoğunluğunun serbest bırakıldığını ve sadece 56 kişinin tutukluluklarının halen devam ettiğini duyurdu.
Küresel düzeyde yankı uyandıran soruşturmalarla ilgili iki temel neden öne çıkmıştır. Bunlardan ilki monarşiye tehdit oluşturabilecek unsurların elimine edilmesi, diğeri ise Suudi Arabistan’ın ekonomik anlamda yaşayabileceği sıkıntıların giderilmesi konusunda önlem alınmasıdır. Bununla birlikte soruşturmaların daha iyi anlaşılabilmesi için Arap devrimlerinin ortaya çıkardığı siyasi konjonktürün Suudi Arabistan iç ve dış politikasında nasıl bir dönüşüm gerçekleştirdiği ve özellikle 2015 yılında yönetime gelen Kral Selman ile birlikte ülkenin nasıl daha agresif bir siyaset izlemeye başladığını vurgulamak faydalı olacaktır.
Arap devrimleri birçok ülkeyi olduğu gibi Suudi Arabistan’ı da hazırlıksız yakalamıştı. Bölgede hızla yayılan isyan dalgasını ve buna paralel olarak güçlenen Müslüman Kardeşler hareketini kendi rejim güvenliği için bir tehdit olarak gören Riyad yönetimi, Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn gibi ülkelerin de desteğini alarak devrim süreçlerini sonlandırmak üzere harekete geçti. Mısır’da 2013 yılında gerçekleşen askeri darbenin en önemli destekçilerinden olan Suudi Arabistan, Yemen’den Libya’ya, Suriye’den Bahreyn’e birçok ülkede değişimleri kendi çıkarları doğrultusunda yönlendirme gayreti içerisinde oldu.
ABD’ye bağımlı politika
2015’te Kral Selman’ın tahta geçmesiyle birlikte Suudi Arabistan hem iç hem de dış politikada yeni bir siyasi yaklaşım benimsedi. Suudi yöne-timi iç politikada daha katı bir tutum izlerken, dışarıda da daha aktif bir siyaset izlemeye başladı. Bu dönüşümde Riyad’ın özellikle ABD Başkanı Barack Obama döneminde bu ülkeyle olan ilişkilerinde çatırdamalar yaşanması da etkili oldu. ABD’nin Arap devrimleri politikasının Riyad’ı tatmin etmemesi, ABD Senatosu’nun 11 Eylül saldırılarında hayatını kaybedenlerin ailelerine Suudi Arabistan’a dava açma imkanı getiren yasa tasarısının kabul edilmesi ve Tahran ile Washington arasında normalleşmenin hayata geçirilmesi Suudi yönetimini giderek ABD’den bağımsız bir bölge politikası izlemeye itmiştir. Bu politikanın en somut örneği Yemen’de Husilere yönelik başlatılan “Kararlılık Fırtınası” operasyonu olarak gösterilebilir. Suudi Arabistan ile ABD arasındaki gerginlik 2017 yılında Donald Trump’ın ABD başkanı olmasıyla son bulmuş ve Riyad yönetimi birkaç yıldır izlediği agresif dış politikayı daha da ileri taşıma anlamında güçlü bir müttefik sahibi olmuştur. Trump’ın Suudi Arabistan’a yönelik ilgisinin en önemli göstergesi Amerikan başkanının ilk yurtdışı ziyaretini Riyad’a gerçekleştirmesidir. Ziyaret sırasında stratejik kararlara imza atılırken, Trump yönetimi ile Suudi rejimi arasındaki ittifak çok daha güçlenmiştir. Bu durum Suudi Arabistan ve BAE liderliğinde Katar’a yönelik başlatılan siyasi ve ekonomik abluka sırasında da ortaya çıkmıştır. ABD’nin ülke dışındaki en büyük askeri üslerinden birisine ev sahipliği yapan Katar’a yönelik başlatılan ablukaya Trump’ın “Katar, terörü finanse etmektedir. Doha’nın teröre verdiği desteği sonlandırması gerekmektedir” diyerek destek olması Washington’un tutumunu göstermiştir.
ABD’nin güçlü desteğini alan Suudi Arabistan son olarak ülke içerisinde Kraliyet ailesine yönelebilecek tehditlerin de üstüne gitme kararı almıştır. Bu noktada öne çıkan aktör Kral Selman’ın Veliaht Prens olarak atadığı oğlu Muhammed bin Selman’dır. Donald Trump’ın damadı ve aynı zamanda danışmanı olan Jared Kushner ile yakın ilişkisiyle bilinen 32 yaşındaki genç prensin son hamlesi ise Kasım 2017’de “yolsuzluk soruşturmasını” hayata geçirmek olmuştur.
Suudi Arabistan monarşisinde krallık, 1926 yılından itibaren kardeşten kardeşe geçmekteydi. Muhammed bin Selman’ın tahta geçme hazırlığında olan Prens Nayef’in yerine birinci veliaht olarak atanması ülke siyasetinde daha önce rastlanmayan bir uygulama olarak ülkede yeni bir döneme girildiğinin habercisi gibiydi. Bu değişiklik Suudi monarşi hiyerarşisindeki dengeleri altüst ederken, kraliyet ailesi içerisindeki çatlakları da ortaya çıkarmıştır. Bunun üzerine ülkede bir kriz süreci gözlemlenmiş, siyasi elitler arasında üstü örtülü bir iktidar mücadelesi yaşanmaya başlamıştır. Bununla birlikte ülkede gerçekleşen dönüşüm süreci siyasetin dışındaki alanlara da yayılmıştır.
Muhammed bin Selman iç siyasetteki dengeleri kendi lehine çevirebilmek, dini ve kültürel dönüşümü sorunsuz gerçekleştirebilmek ve belirlenen yeni ekonomik hedeflere ulaşabilmek adına yeni bir süreç başlatmıştır. Bu çerçevede ilk adım 2017’nin Eylül ayında atılmış ve Suudi yönetimine eleştirileriyle öne çıkan onlarca din alimi ve entelektüel gözaltına alınmıştır. Alimlerin herhangi bir yasal süreç işletilmeden hapse atılmaları, Suudi rejiminin özellikle dini açıdan muhalif figürleri siyasi anlamda etkisizleştirmek istediği şeklinde yorumlanmıştır.
Suudi Arabistan’ın dönüşümü
Muhammed bin Selman’ın bir sonraki hamlesi ise 4 Kasım 2017’de yayımlanan kraliyet kararnameleri ile Yolsuzluk ile Mücadele Komisyonu’nun başına getirilmesi ve bu kapsamda bir dizi soruşturmayı hayata geçirme kararı olmuştur. Bu soruşturmalar kapsamında Suudi Arabistan’da önde gelen Kraliyet ailesi üyesi, siyasetçi, işadamı ve medya patronlarının gözaltına alınması kararı verilmiştir. Her ne kadar küresel kamuoyunda soruşturmaların siyasi bir karar olduğu vurgulansa da Muhammed bin Selman aksini iddia ederek, “gerçekleştirmek istenen siyasi ve ekonomik reformların yolsuzluk soruşturmalarında elde edilen fonlarla yapılabileceğini” söylemiştir.
Ekonomik açıdan ciddi problemlerle karşılaşan Suudi Arabistan, zengin iş adamlarının servetlerine ve mal varlıklarına el koyarak belirli bir ücret karşılığında bu kişileri serbest bırakmıştır. Ulusal Muhafızların başındaki isim olan ve önceki Kral Abdullah’ın oğlu Mutib bin Abdullah, 1 milyar dolar karşılığında salıverilmiştir. Ayrıca dünyanın en zengin 50 kişisi arasında gösterilen Krallık Holding şirketinin sahibi olan Prens al-Velid bin Talal’ın da Suudi yönetimiyle uzlaştıktan sonra serbest bırakıldığı açıklanmıştır. Ödeme konusunda anlaşarak serbest kalanlar arasında MBC kanalı-nın sahibi Valed bin İbrahim, Suudi Kraliyet Mahkemesi’nin eski başkanı Halid Tuveyciri, işadamı Favaz el-Hukeyr ve İngiltere ve ABD ile yapılan silah ticaretinde önemli rol oynayan işadamı Türki bin Nasır’ın bulunduğu belirtilmiştir. Gelinen noktada yolsuzluk soruşturmaları büyük oranda tamamlanırken, yapılan açıklamada soruşturmalarda 106 milyar doların ele geçirildiği ve bin 700’e yakın hesaba el konulduğu belirtilmiştir. Bu ekonomik getirinin yanında Muhammed bin Selman tarafından son dönemde gerçekleştirilen operasyonlar, genç prensin gelecekte kendisine rakip olabilecek aktörlerin birçoğunun siyasi anlamda tehdit olmaktan çıkarılmasını sağlamıştır.
Reformun geleceği belirsiz
Bu noktada Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın Suudi Arabistan’ı daha modern, rekabetçi ve küresel sistemle entegre bir ülke haline getirme hedefinin gelecek dönemde ülke siyasetindeki belirleyici unsur olacağı söylenebilir. Bu vizyon çerçevesinde özellikle 2016 yılından bu yana fiili bir dönüşüm ve reform sürecinin gerçekleştiği görülmektedir. Bu reform süreci çerçevesinde Suudi yönetimi din, siyaset, toplum ve ekonomi gibi alanlarda birçok yeniliği hayata geçirmeye başlamıştır. Kadınların araba sürmesine izin verilmesi ve yine stadyumların kadınlara açılması bu çerçevede değerlendirilebilecek gelişmelerdir. Vizyon 2030 projesi, NEOM isimli yeni bir şehir kurulması, KDV uygulaması ve petrol fiyatlarına zam yapılması gibi kararlar da özellikle ekonomik dönüşümün göstergeleridir. Siyasi anlamda da muhalif din adamları ve entelektüellerin tutuklanması, Kraliyet ailesinden ve işadamlarından rakiplerin elenmesi ve uluslararası düzeyde de ABD ile İsrail’in güçlü desteğinin alınması Muhammed bin Selman’ı önümüzdeki dönemde Suudi Arabistan ve bölge siyasetinin etkili bir aktörü haline getirmektedir. Son olarak bu dönüşümün Suudi Arabistan siyasetinin geleceği için bir takım tehditleri de barındırdığı unutulmamalıdır. Öncelikle “yolsuzluk soruşturmaları” adı altında yürütülen operasyonlar Muhammed bin Selman’ın geniş bir “düşman” kitlesi kazanmasına neden olmuştur. Özgürlükleri ve servetleri ellerinden alınan birçok üst düzey figür, Suudi yönetimine karşı bir “intikam” beklentisini besleyecektir. Muhammed bin Selman’ın stratejik müttefikleri olan ABD ve İsrail’in uzun vadeli stratejileri de belirsizliğini korumaktadır. Nitekim bu ülkelerdeki liderliklerin de kimi problemler yaşadığı ve kendi iktidarlarını konsolide etme konusunda zorluklar çektikleri unutulmamalıdır. Bu durumun en açık göstergesi ABD’nin bölgedeki müttefiklerinin son dönemde giriştikleri birçok dış politika hamlesinde başarısız olmalarıdır. Suriye ve Yemen’de kendi çıkarları doğrultusunda dönüşümlerin gerçekleşmesini başaramayan Riyad yönetimi, Katar krizinde de tüm çabasına rağmen ciddi bir etki yaratamamıştır. Tüm bu gelişmeler Suudi Arabistan’ın bölgesel politikalarda etki üretme kapasitesinin beklenilen düzeyde olmadığını göstermektedir. Dolayısıyla Muhammed bin Selman’ın reform ve dönüşüm çabalarının geleceğinin de belirsiz olduğunu vurgulamak doğru olacaktır.
[Star Açık Görüş, 24 Şubat 2018].