Geçen hafta içerisinde gazeteci Cemal Kaşıkçı’nın Suudi Arabistan’ın İstanbul Konsolosluğunda kaybolması ve Amerikan Başkanı Trump’ın Suud Kralıyla ilgili aşağılayıcı açıklamaları dikkatleri Suudi Arabistan ve bu ülkenin hırslı Prensi Muhammed bin Selman’ın üzerine çekti.
Suudi Prensi'nin, 2015’te Savunma Bakanı ve sonrasında 2017’de Birinci Veliaht Prens olmasının ardından iç ve dış politika alanında yaptıkları ve Amerikan Başkanı Trump ile ilişkileri bu çerçevede yorum yapanların en fazla ele alınan konular.
Babasının kral olduğu 2015 yılından itibaren yavaş yavaş Suudi Arabistan’da yönetime ağırlığını koyan Muhammed bin Selman, ülkesini dış politikada müdahaleci ve maceracı bir çizgiye sürükledi. Yemen, Katar ve Lübnan konusundaki sert politikaları hem İran’a karşı bölgesel üstünlük mücadelesi çerçevesinde atılmış adımlar olarak görülebilir hem de Veliaht Prens'in ülke içerisindeki otoritesini güçlendirmek için dış politikada başarı arayışının bir göstergesi olarak okunabilir.
Dış politikada müdahaleci bir çizgi izleyen Muhammed bin Selman, içeride de muhalifleri ve iktidarını tehdit edebilecek bütün kesimleri sindirme politikası izledi. Yönetimin politikalarına eleştiri getiren saygın din âlimleri tutuklanırken, Kasım 2017’de aralarında Kraliyet Ailesi'nin etkili isimlerinin ve önemli iş adamlarının bulunduğu çok sayıda kişi Riyad’da Ritz Carlton oteline hapsedilip servetlerinin bir kısmını devlete devretmeleri baskısına maruz kaldı.
Amerikan Başkanı Trump’ın desteğiyle bu şekilde ülkede otoritesini tesis etmek isteyen Veliaht Prens'in bu hedefine ulaşma konusunda ne kadar başarılı olduğunu söylemek güç, ancak izlediği bu yolla ülkesini ve kendisini ABD’ye daha bağımlı hâle getirdiği açık bir gerçek.
Trump’ın geçen hafta içerisinde bir seçim mitinginde “Kral Selman’ı severim. Ama ona dedim ki, bak Kral, biz seni koruyoruz. Biz olmazsak iki haftaya devrilirsin” şeklindeki ifadeleri, bu gerçeğin Amerikan Başkanı tarafından, Riyad’ı çok rencide edici şekilde ortaya konulması oldu.
İç ve dış politikada izlediği müdahaleci ve agresif politika Suudi Arabistan yönetimine yeni düşmanlar kazandırıp ABD’ye olan bağımlılığını artırıyor. Muhammed bin Selman aslında bu şekilde davranarak ülkesini, İran’ın yıllardan beri yaptığı bir hataya düşürmüş oldu. Üstelik toplumsal ve siyasal yapısı, istikrarsızlıklar karşısında İran kadar dayanacak sağlamlıkta olmamasına rağmen bunu yapıyor.
Tahran’ın Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen siyasetine müdahaleleri yıllarca hem bu ülkelerin hem de İran’ın kendi güvenlik ve istikrarını bozduğu gerekçesiyle eleştirilmişti. Şimdi Muhammed bin Selman’ın sürüklediği Suudi Arabistan Yemen’de, Katar’da, Lübnan’da ve Mısır’da aynı müdahaleci ve maceracı politikayı izliyor. Tıpkı İran’ın yaptığı gibi Suudi yönetimi de bu politikasıyla kendisine yeni düşmanlar ediniyor.
Şimdi Riyad yönetiminin kendisine şu soruları sorma zamanı.
Sürekli sayısını artırdığı düşmanlara karşı Trump yönetimine ne kadar güvenebilir?
Türkiye’yi de bu düşmanları arasına mı katmak istiyor?..
Bu soruların cevabını verme konusunda Suudi Arabistan yönetimine yardımcı olalım.
Trump yönetimine güvenerek Orta Doğu’da yeni düşmanlar edinmek çok yanlış. Muhammed bin Selman’ın, daha fazla tahribata yol açmadan saldırgan ve uzlaşmaz politikalarına son vermesi gerekiyor. ABD, İsrail ve BAE’nin etkisiyle uyguladığı Müslüman Kardeşler ve diğer "ılımlı İslamcı" hareketlere karşı politikasına son vermesi gerekiyor. Türkiye ve Katar ile ilişkilerinde yaptığı yanlışlara son verip Ankara ve Doha ile iş birliğine yönelmesi ve bu iki ülkenin de desteğiyle Yemen, Mısır ve Libya’da yaptığı yanlışlardan geri dönmesi gerekiyor.
Eğer Kral Selman ve Veliaht Prens bu adımları atarlarsa, kendi halklarıyla ve Orta Doğu halklarıyla barışma şansları ortaya çıkar. Bu durumda “iki hafta iktidarda kalabilmek için Trump’ın desteğine muhtaç olmak” gibi bir zilletten kurtulurlar.
Bunun için öncelikle ABD’ye karşı bağımsızlık yolunu seçmeleri ve bu yolda karşı karşıya kalacakları saldırılara, Türkiye gibi, hazır olmaları gerekiyor.
Eğer bu yolu seçerlerse, en fazla Türkiye’nin desteğini arkalarında bulurlar.
Ama maalesef Kaşıkçı olayı başka bir yolu seçtiklerine dair endişelere yol açtı.
[Türkiye, 10 Ekim 2018].