Terörle mücadele bugün de Türkiye’nin en önemli güvenlik meselesi olmaya devam ediyor.
Barış Pınarı Harekâtı ile birlikte bölücü teröre karşı önemli bir başarı sağlanmış olsa da, terörle mücadelenin uzun geçmişi PKK terör örgütünün Türkiye’ye karşı bir araç olarak kullanılmaya devam edeceğini gösteriyor.
Bu örgütü Türkiye siyasetine etki etmek için bir araç olarak kullanan aktörler, 1998 Adana Protokolü imzalanmasına ve sonrasında Suriye’yi terk etmek zorunda kalan Abdullah Öcalan Kenya’da yakalanmasına destek verirken bile PKK’yı gözden çıkarmamışlardı. Sadece o esnada, hep yürüttükleri “havuç ve sopa” politikasının “havuç” ayağını devreye sokmuşlardı.
Şimdi Barış Pınarı Harekâtı ile birlikte belki Türkiye’nin güneyinde bir PKK koridoru oluşturma hesapları inkıtaa uğradı ama böyle bir koridorun oluşturulması PKK’nın arkasındaki aktörler için yalnızca bir taktiksel araçtı.
Uygun şartlar oluştuğunda ve maliyeti az olduğunda, yeniden çıkarları doğrultusunda kullanabilecekleri bir PKK devleti oluşturmayı isteyebilirler. Ancak asıl önem verdikleri şey PKK için bir devlet kurmaktan ziyade bu örgütü Türkiye ve diğer bölge ülkelerine karşı etkili bir araç olarak kullanmak olduğu için bu zorunlu değil.
Yani bu küresel aktörler açısından esas olan PKK’nın kendi çıkarları doğrultusunda kullanılmasıdır. Bunun için PKK’nın mutlaka devletleşmesi gerekmiyor, zira PKK mevcut hâliyle de onlar için çok kullanışlı bir örgüt olduğunu gösterdi. Ayrıca PKK’ya bir devlet kurdurma yönünde hareket edilmesi sadece bölge ülkelerini değil, bu örgütü bir rakip olarak gören diğer Kürtleri de rahatsız edecek bir gelişme olacaktır.
Bu yüzden Fırat’ın doğusunda bir PKK devleti kurulması yönündeki planları bozulan aktörlerin, bu planlarında revizyon yapıp PKK ile bundan sonra başka şartlarda yola devam edecekleri tespitini yapmak yanlış olmayacaktır. Nitekim yeni planlar doğrultusunda Amerikan güvenlik bürokrasisinin, Washington’un Fırat’ın doğusundan çekilme kararından dolayı hayal kırıklığına uğrayan PKK’nın Rusya’ya yanaşmasını önlemek için ona yeni görevler verdiği ve iş birliğini sürdürme niyetinde olduğu görüldü.
PKK’ya şimdilik “petrolün koruyucusu” görevini veren Amerikan güvenlik bürokrasisinin, bu şekilde bu aracı elinde tutmaya çalıştığı ve onu Orta Doğu’daki başka görevler için hazır tuttuğu söylenebilir.
PKK konusunda, bu şekilde Ankara açısından kesinlikle güvenilmez bir çizgiye sahip ABD’nin Türkiye’nin güvenliği açısından büyük tehdit oluşturan bir başka terörist yapılanma olan FETÖ konusunda da benzer bir yol izlediği görülüyor.
ABD’nin FETÖ konusundaki politikası, 17-25 Aralık ve 15 Temmuz darbe girişimlerinde Türkiye’ye karşı bir araç olarak kullanılan bu örgütün bundan sonraki süreçte de Türkiye siyasetine nüfuz etmek için kullanılmak üzere muhafaza edilmeye çalışıldığını gösteriyor. Belki bu politikanın bütün Amerikan siyaseti ve bürokrasisi için geçerli olduğunu söylemek doğru olmayabilir ancak bu örgüt liderleri ve mensuplarının ABD’de barındırılmaya devam edilmesi ve aradan geçen üç yıla rağmen Ankara’nın iade taleplerinin karşılanmaması FETÖ’yü bundan sonraki süreçte de Türkiye’ye karşı kullanmak isteyenlerin Washington’da daha ağır bastıklarını gösteriyor.
PKK ve FETÖ konularında Türkiye’ye karşı politikası bu şekilde bir “müttefikin” tavırlarından çok uzak olan ABD’nin, Türk-Amerikan ilişkilerinde söz konusu olduğunda gündeme gelen bir başka terör örgütü olan DEAŞ konusundaki politikasının da sorunlu olduğunu ifade etmek gerekir.
DEAŞ’a karşı mücadeleyi bir başka terör örgütü olan PKK/YPG ile iş birliği üzerinden yürüterek “müttefiki” Türkiye’yi rahatsız eden ABD medyasında ve bazı siyasi çevrelerde, DEAŞ’a karşı mücadelede en fazla öne çıkan ülkelerin başında gelen Türkiye’yi hedef alan suçlamalar söz konusudur.
Kendilerinin PKK/YPG ile kurdukları ortaklığı kamufle etmek ve meşrulaştırmak için Türkiye’yi DEAŞ konusunda yetersiz gören ve hatta DEAŞ’a destek veren ülke olarak göstermek isteyen bu kesimlerin kara propagandası maalesef kesintisiz sürüyor.
Terörle mücadelesi konusunda NATO müttefiklerinden destek bekleyen Türkiye için ABD hiç de iyi bir müttefik olmadığını ispatladı.
[Türkiye, 6 Kasım 2019].