SETA > Yorum |
Rusya'nın Bağlantı Politikası' ve Suriye Çıkmazı

Rusya'nın ‘Bağlantı Politikası' ve Suriye Çıkmazı

Neresinden bakarsanız bakın Washington yönetiminin giderek karmaşıklaşan bir Suriye kriziyle karşı karşıya olduğu açık.

Washington Post’dan David Ignatus’un aktardığına göre de Amerikan yetkililerinin, Putin’in son hamlesinin kendilerini şaşırtığını ve böylesi bir durumdan ancak Rus hava saladırıları başladığında bilgi sahibi olduklarını aktardı. Amerikan Dışişleri Bakanı Keryy’nin Obama’yı Suriye’de daha sert önlemler alınması konusunda ikna edemediğini de ayrıca not etmek gerekir. Neresinden bakarsanız bakın Washington yönetiminin giderek karmaşıklaşan bir Suriye kriziyle karşı karşıya olduğu açık. Böylesi bir karmaşa, Suriye krizinin üstesinden gelme konusunda ABD’nin muğlak pozisyonunu daha da derinleştirmiş durumda.

Öte yandan Putin ise, Suriye krizinde ABD’nin oyun değiştirici rolü oynayamadığını ya da birçok kişinin analizine göre “oynamak istemediğini” en iyi okuyanların başında geliyordu ve bu durumu “sert bir diplomasi” ile kademeli bir şekilde devreye soktu. Fareed Zakaria, Putin’in Obama ile karşılaştırıldığında Suriye’ye yönelik daha açık bir stratejiye sahip olması nedeniyle avantaj yakaladığını ileri sürüyor. Bu tespit büyük ölçüde doğru.

MOSKOVA-ANKARA DENGESİ

Moskova yönetimi, Suriye’de rejimi destekleyen (askeri ve siyasi olarak) tutumunu giderek artırarak krizin seyrini değiştirmeye yönelik hamleler yaptı. İlk hamlesi, 2013 yılında rejimin muhaliflere yönelik kimyasal silah kullanması sonrasında gelmişti. Moskova, Obama yönetiminin kriz yönetimine dair gevşek tavrının ortaya çıkardı boşluğu gördü ve Suriye’nin elindeki kimyasal silahların ülke dışına çıkarılabileceği bir plan sunarak muhtemel bir askeri müdahaleyi engellemişti. Gerçi böylesi bir seçeneği Obama yönetimi ne kadar uygulayabilirdi o da ayrı bir tartışma konusu. İkinci hamlesi ise Cenevre 2 görüşmelerinde Esad’sız bir çözümün gündeme getirilmesi nedeniyle bir sonuç çıkmasını (muhalefetin parçalı yapısının oluşturduğu boşluk nedeniyle) engelleyerek hayata geçirdi Moskova yönetimi. Son olarak ise, ülke içindeki muhalif grupların Esed yönetimine karşı askeri ilerleyişinin giderek bir üstünlüğe dönüşme ihtimali karşısında bizzat kendi askeri varlığını sahaya sürerek rejime bir tür sıçrama tahtası sunarak hayata geçirdi. Nitekim Rusya’nın müdahalesi rejimin muhaliflerin ilerleyişi karşısında giderek zorlandığı bir dönemde yaşandı. Hatta bazı analizlere göre, Rusya’nın askeri hamlesi, İran’ın Suriye’de tutunmakda zorlandığı bir sırada Moskova yönetimini ikna etmesi sonucu gerçekleşti.

Rusya’nın askeri müdahalesi neticede, bir taraftan rejime askeri olarak ayakta kalabilecek ve özellikle muhaliflere üstünlük sağlayabileceği bir alan açarak Esed’e manevra kabileyeti kazandırırken, diğer taraftan da Washington yönetiminin “statejik belirsizliğini ve isteksizliğini” takip ettiği daha katı ve açık tutumuyla kendisi için bir avantaja çevirme yolunu tercih etti.

Ne var ki böylesi bir hamle, her ne kadar görünüşte asıl hedefi IŞİD’le mücadele olsa da, Suriye krizinin gereğinden daha fazla karmaşık hale gelmesine yol açtı. Putin, geçtiğimiz hafta BM’deki konuşmasında, “terörle mücadele” tanımlamasının kapsadığı grupların muğlaklılığı ile de Suriye’deki askeri varlığının hedefinin sadece IŞİD’ ile sınırlı olmayacağının işaretini vermişti. Nitekim kısa bir süre içinde Rusya, rejime karşı savaşan muhalifleri hedef aldı ve Türkiye’nin hava sahasını da birkaç kez ihlal etti.

Son haftalarda yaşananları verili kabul edersek, bundan sonra Suriye krizinin öyle ya da böyle bütün taraflara yeni maliyetler yükleyeceği oldukça açık.

MESELE SADECE SURİYE DEĞİL

Rusya açısından bakıldığında, meselenin sadece Suriye krizi ile ilgili olmadığını söylemek abartılı olmaz. Öncelikli hedefi Suriye rejiminin ayakta kalmasını sağlamak olsa da Rusya’nın en önemli hedefi bu durumu Batı ile arasında uzun sürecek taktiksek bir oyuna çevirmek. Böylelikle ilk olarak, belki de Suriye aracılığıyla hem Avrupa’ya hem de ABD’ye mesaj vererek Bürüksel ve Washington’u Ukrayna’daki Rusya karşıtı poziyonunuyumuşatmaya zorlayacaktır. Bu nedenle, Putin için Suriye ve Ukrayna büyük ölçüde aynı stratejik düzenlemenin parçası şeklinde değerlendiriliyor. Dolayısıyla açık veya gizli, Putin Suriye’deki varlığı ile Ukrayna’daki çatışma arasında doğrudan bir “bağlantı politikası” izliyor. Bu bağlantı politikasının merkezindeki motivasyonu ise Rusya’nın Ukrayna üzerinden izole edilmesi ve Batı tarafından gizli bir ambargoya maruz kalması oluşturuyor ve Moskova, Suriye üzerindeki kontrolünü askeri olarak tahkim ederek Batı’yı geri adım atmaya zorlayan bir hamle olarak düşünüyor.

Bağlantı politikasının bir başka ayağını ise, Putin’in Suriye konusundaki pozisyonunu sabitleyerek Ortadoğu’da kendisinin rızası dışında bir çözüm olamayacağına yönelik siyasi mesajı oluşturuyor. Bunu yaparken de sert bir biçimde, askeri operasyonu devreye sokarak “Esed karşıtı ancak stratejik hareketten yoksun” tarafların bütün itirazlarını bir kenera atan katı bir dengeleme siyaseti izliyor. Öte yandan bu oyuna Irak’ı da dahil edebileceğinin sinyalini veriyor. Rusya’nın yakın bir gelecekte IŞİD’e yönelik Irak topraklarında da bir hava operasyonu düzenlemesine şaşırmamak gerekir. Nitekim Irak hükümetinin bu konuda Moskovo yönetimine bir çağrısı da hali hazırda yapılmış durumda. Öte yandan, Rusya’nın Hazar denizinden IŞİD’in Rakka’daki varlığını uzun menzilli füzellerle hedef alması operasyonun askeri mahiyetinin de kapsamını gösterir nitelikte. Bu bakımdan Rusya adeta geniş kapsamlı bir savaş yürüttüğü izlenimini veriyor.

RUSYA-NATO İLİŞKİLERİ

Bağlantı politikasını bir başka ayağını ise Rusya-NATO ilişkileri oluşturmaktadır. Putin, BM Genel Kurulu’nda yaptığı konuşmada dünya siyasetinin çok kutupluluğuna vurgu yapmıştı. Bundan kasıt, Amerikan merkezli hegemonikbir küresel siyaset tasarımının artık işlemesinin mümkün olmadığı yönündeydi. Bu yaklaşım, Putin’in uluslararası siyaset anlayışının da uzun bir süredir merkezinde yer almaktadır. Özellikle, NATO’nun Rusya’nın mücavir coğrafyasına doğru Ukrayna üzerinden etki alanı oluştırmasına yönelik ABD-AB siyasetini, önce Kırım ilhak ederek sonra da Doğu Ukrayna’ya askerlerini sürerek (her ne kadar tersini iddia etse de) çatışmayı daha da karmaşık hale getirmişti. Yani kendisinin perde arkasında olduğu asimetrik bir savaşın Ukrayna sahasında yürütüldüğü bir taktik izledi Rusya. Benzer bir davranışı 2008 yılındaki Gürcistan krizi üzerinden de göstermişti. Şimdi ise Suriye ile Ukrayna’yı stratejik olarak birbirine bağlayarak; üstelik NATO üyesi bir ülkenin hava sahasını 4 günde Suriye üzerinden üç defa ihlal ederek Türkiye aracılığıyla vermeye çalışıyor. Böylelikle NATO’nun, sadece kuzeydoğu kanadında değil aynı zamanda güney kanadında da askeri varlığını operasyonel hale getirerek güç tahkimatı yapmış oluyor. Bunu açık bir biçimde, Rusya’nın Krasahu 4 EH sistemlerini Suriye’ye konuşandırmasıyla da anlamak mümkün. Söz konusu sistemlerin hava muharebesi ve İHA kontrollerini karıştırma işine yaradığı düşünüldüğünde hedefin zaten NATO ittifakı olduğu da hemen anlaşılacaktır. Böylesi bir tırmandırma siyaseti ile diplomaside elini güçlendirme taktiğinin, Türkiye’nin bölgesel ölçekte sahip olduğu NATO ile entegre radar ağını da hedef alarak icra edilmesi bundan sonra krizi Suriye ölçeğinden çıkarma potansiyeline sahip olacaktır.

Ancak butün bunlar Rusya için işlerin beklediği gibi iyi gitmesine de neden olmayabilir. Rusya, Suriye’ye gereğinden fazla müdahil olmak zorunda kalarak kendi pozisyonunu stratejik bir avantaja dönüştürmeye çalışırken daha fazla kırılgan hale de gelebilir. Nitekim operasyonun geride kalan günlerine bakıldığında Rusya için bazı kayıplarla sonuçlandığı görülmektedir. Bu nedenle Moskova yönetimi kendi istediğini elde etmek için kara gücüne dayalı bir operasyona yönelik tahkimat içindeolması hiç de şaşırtıcı değil. Böylesi bir durum, Rusya’nın mevcut pozisyonu sürdürelebilme kabileyetini de giderek daraltacağı gibi Batı’nın sert bir tavır değişikliği halinde Suriye krizinin daha da derinleşmesine neden olacaktır. Rusya’nın kırılganlığının bir başka boyutu ise, sahadaki çatışan taraflar açısından “ortak düşmana” dönüşmesi ihtimalidir. Özellikle IŞİD dışındaki diğer silahlı grupların topyekün bir biçimde Rusya’nın sahadaki varlığını hedef almaları, hatta bu düşmanlığı bazı hücreleri aracılığıyla Rusya’nın topraklarına yöneltmeleri de mümkün olabilir.

TÜRKİYE'NİN POZİSYONU

Rus askeri müdahalesinin, Türkiye’nin sadece Suriye’de değil dış politikada bir bütün olarak kaybedeceğini söylemek için aceleci davranmamak gerekir. Nitekim çatışma ucu açık bir süreç ve Ruslar dahil bütün taraflar açısından sahada nasıl bir sonucun ortaya çıkacağını kestirmek zor. Ancak yine de Suriye’de Türkiye’nin menfaatine olmayan yeni bir durum oluştuğunu da kabul edip Ankara’nın planlarını buna göre yapması gerekir. Bu nedenle daha gerçekçi bir Suriye okuması yaparak Türkiye açısından ihtimallerin ve ikmanların neler olduğunun anlaşılması bir zorunluluk.

Hiç bir tarafın tek başına oyun değiştirici olamadığını ve olamayacağını anlamak böylesi bir yeni durum için başlangıç niteliğinde olmalıdır. Cumhurbaşkanı’nın geçtiğimiz hafta Bürüksel’de üç ayaklı olarak tanımladığı Türkiye’nin pozisyonun (eğit-donat, uçuşa yasak bölge ve terörden arındırılmış bölge) tarafların farklı uçlarda olduğu bir konjonktürde Suriye krizinin geneli için bir çözüm ortaya koyması zor gözüküyor. Her ne kadar Cumhurbaşkanı bunu mülteci sorunun çözülmesi için önerse de böylesi bir çözümün bir bütün olarak hayata geçirilmesi diğer aktörlerin de bu seçeneği askeri ve siyasi olarak destek vermesi ile ancak mümkün olabilir. Hali hazırdaki taraftaların bu konudaki düşünceleri ve Rusya’nın Suriye sahasındaki etkinliği dikkate alındığında, Türkiye’nin önerisinin imkanının sınırlarını da görmek gerekiyor. Eğer Türkiye diğer devletler gibi sahada fiili bir durum oluşturma konusunda yeni bir imkan oluşturursa bu durum elbette birçok tarafın planını değiştirmek zorunda bırakacaktır. Ancak Türkiye’nin içinden geçtiği dönem böylesi bir seçeneğin gerçekleşme imkanını zorlaştırdığı gibi bu üçlü planın kapsayıcı bir ittifaktan yoksun olması durumu daha da karmaşık hale getirebilir. Bu nedenle Türkiye’nin aceleci davranmak yerine krizin seyrinin nereye doğru gideceğine odaklanması daha doğru bir tercih olacaktır.

Kimbilir belki de Rusya’yı Suriye krizi ile başbaşa bırakmak gerekir!

[Star Açık Görüş, 10 Ekim 2015]