Türkiye, yaklaşık üç yıldır Rusya ile ekonomiden güvenliğe ve bölge sorunlarının çözümünde ortaklığa uzanan bir dizi konuda yakın bir iş birliği içerisinde oldu.
Bu dönem içerisinde Cumhurbaşkanı Erdoğan, başka hiçbir liderle görüşmediği kadar Rusya Devlet Başkanı Putin ile yüz yüze görüşmeler gerçekleştirdi. 2016 yılından beri iki ülke liderleri bölgesel ve ikili meseleleri görüşmek üzere Türkiye ve Rusya’da 16 defa bir araya geldiler.
Aynı dönemde ABD’nin Ankara’ya güven vermeyen politikaları, terör örgütleriyle iş birliği yapması, Türkiye’nin içişlerine doğrudan müdahale yönündeki girişimleri Rusya ile yakınlaşmanın nedenlerinden biri oldu.
Suriye sorununun çözümü konusunda ABD’nin yapıcı bir rol oynamaktan kaçınarak PKK/YPG ile iş birliği ekseni üzerine kurulu bir stratejiye yönelmesi, yoğun mülteci baskısı altında kalan ve terör örgütlerinin hedefi hâline gelen Türkiye’ye çözüm için Rusya ve İran’la masaya oturmaktan başka seçenek bırakmadı.
Türkiye’nin Doğu Akdeniz politikasını yakından ilgilendiren Libya’da da geleneksel “müttefiklerinin” kendisini denklemin dışında bırakma çabaları Ankara’yı Rusya ile masaya oturmaya itti.
Böylece bölgesel sorunların çözümü konusunda Rusya, Türkiye’nin muhatabı olurken, Batılı “müttefikleri” kendilerini Ankara’nın pozisyonunun karşısında konumlandırıp Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate almamayı tercih ettiler.
Peki, Rusya Türkiye’nin hassasiyetlerini dikkate alıyor mu?
Moskova, Suriye ve Libya sorunlarının çözümü konusunda Ankara’nın güvenebileceği bir ortak olabilir mi?
Kuşkusuz devletler uluslararası ilişkilerini “güven” yerine “çıkar” kavramı üzerinden şekillendiriyorlar. Bu çerçevede kendi çıkarları doğrultusunda attıkları bazı adımlarla başka ülkelerde güvensizlik algısı oluşmasına yol açabiliyorlar.
Ancak bu durum, devletlerin kendi çıkarları doğrultusunda hareket etseler de, imzaladıkları anlaşmalara, verdikleri sözlere aykırı davranacakları ve sürekli olarak uluslararası ilişkilerin temel ilkelerini ihlal edecekleri anlamına gelmez. Bu şekilde davranan devletler muhataplarında derin bir güvensizlik duygusu oluştururlar ve onları kendilerine başka ortaklar aramaya zorlamış olurlar.
Türkiye’nin “müttefiki” ABD ile yaşadığı bu tür derin bir güvensizlik hissiydi. Suriye’den Türkiye’yi hedef alan PKK/YPG tehdidi konusunda verdiği sözlerin hiçbirini tutmayan Washington yönetimi, ayrıca FETÖ üzerinden doğrudan Türkiye’nin içişlerine müdahale etmeye çalışınca Ankara kendisine yönelik bu tehditleri bertaraf etmek için başka ortaklar aramak zorunda kalmıştı.
Bu arayış, Suriye’de Rusya ve İran ile Astana ve Soçi süreçleriyle diplomatik çözüm çabasına ve Türkiye’nin Rusya’dan S-400 hava savunma sistemleri almasına kadar varmıştı.
Ancak şimdi Moskova’nın da Washington yönetimi gibi, Suriye konusunda verdiği sözlere aykırı davrandığı görülüyor. Cumhurbaşkanı Erdoğan, Afrika ziyareti dönüşünde gazetecilere yaptığı açıklamalarda, Rusya’nın Astana ve Soçi Anlaşmalarına sadık olmadığını ifade ederek İdlib konusunda artık Türkiye’nin sabrının tükendiğini ve gerekli adımları atacağını vurguladı.
Bu ifadeler Rusya’nın ciddiye alması gereken sözler.
Cumhurbaşkanı Erdoğan, Suriye sorununun çözümü konusunda Rusya ile ortaklığa çok önem veriyor. Ama gelinen noktada artık sorunun masada çözümüne odaklanılması gerekiyor. Rusya’nın sahada sınırları zorlamaya devam etmesi Türkiye’ye ciddi zararlar veriyor.
İdlib’de Rusya ve Şam yönetimi uçaklarının son saldırıları yüzünden hayatını kaybeden sivillerin sayısı sadece son bir haftada 80’i geçti. Can güvenliği olmadığı için evlerini terk edip Türkiye sınırına kaçan insanların sayısı ise son iki ayda 400 bini aştı. 2018 yılı Eylül ayında Soçi’de iki lider arasında varılan İdlib Mutabakatı sonrasında bu şehri ve ilçelerini hedef alan saldırılar yüzünden mülteci konumuna düşen insanların sayısı ise 1,5 milyonu geçmiş durumda.
Bu durumda Rusya’nın imzaladığı anlaşmalara uygun davrandığını söylemek mümkün mü?
Anlaşmalara uygun davranmayan Rusya, Türkiye için nasıl güvenilir bir ortak olabilir?
[Türkiye, 1 Şubat 2020].