Her birimiz koronavirüs haberlerine odaklandık. Salgın korkusunun zengin, fakir; şu partili, bu partili dinlemediği, hepimizi eşitlediği günlerden geçiyoruz. Bir yandan virüsün yayılma hızını gözlüyoruz. Diğer yandan gündelik hayatımızı tedbirlerle yeniden düzenliyoruz. Bu virüsün getirdiği hastalığa yakalanma kaygısı daha önceki güvenlik endişelerimize benzemiyor. Virüs salgını ne deprem gibi afetlere ne de terör saldırılarına benziyor. Bildiğimizden farklı bir yaşam tarzı geliyor. Diğer insanlardan izole olmak mümkün değil. Sosyal bir varlık olan insanoğlu, ihtiyaçlarını gidermek için birbirine bağımlı. Bu da panik yapmadan eskisinden daha tedbirli yaşamayı öğrenmeyi gerektiriyor. Eğitime, iş yerine gitmeye ancak bir süre ara verebiliriz. Virüs tehdidi ile birlikte yaşamayı öğrenmek zorundayız. Elbette korona günlerinde hayat devam ediyor, diplomasi de... Gündemde Rusya ile İdlib mutabakatı, AB ile mülteci krizi var.
İdlib krizinin bir süreç olduğu unutulmamalı
Dün Ankara'da İdlib'teki ateşkesi kalıcı hale getirmek için dört gündür Türk-Rus heyetleri arasında yürütülen görüşmeler sonuçlandı. Savunma Bakanı Akar, hazırlanan metnin iki tarafça imzalanarak yürürlüğe girdiğini açıkladı. İlk uygulama 15 Mart'ta M4 karayolunda ortak devriye olarak gerçekleşecek. Müşterek koordinasyon merkezleri ile ihlallerin de önüne geçilecek. Akar'ın görüşmelerin "yapıcı" geçtiğini belirtmesi olumlu bir gelişme. Ancak hem İdlip'teki radikal grupların hem de Esad güçlerinin ateşkes ihlalleri yönetilmesi gereken zorlu bir sınav olacak. Ankara, rejimin saldırılarına mukabele etme noktasında kararlı. Başkan Erdoğan, "Eğer ateşkes sözü tutulmazsa, geri adım atmayacağız ve saldırılara devam edeceğiz. Bu seferki saldırılarımız öncekinden daha somut olacak" açıklamasını yaptı.
Anlaşılan, "kalıcı ateşkes" için Ankara ve Moskova'nın sahada hem kararlı hem de koordineli davranması şart. 5 Mart mutabakatından sonra önümüzdeki ayların İdlib için nispeten sakin geçmesini bekliyorum. Yine de bu noktada bir hususu tekrardan hatırlatmak isterim. İdlib krizi mutabakatla birlikte tümüyle sona ermedi, bir sürece yayıldı. Moskova ve Şam, İdlib'in tamamını ele geçirme hedefinden vazgeçmeyecek. Yani bu kriz yeniden çatışma ortamı ile geri gelebilir.O halde mevcut ateşkes ortamı rehavet vermemeli, diplomasinin hızı kesilmemeli. Tüm başkentler koronavirüs sorunu ile uğraşıyor olsa bile İdlib ve mülteciler konusu odaktan düşmemeli. ABD ve AB ile müzakereler İdlib'te bir güvenli bölge kurma amacına matuf olarak sürdürülmeli. Zira İdlib'de ateşkesin korunması ve dar alana sıkışan 3 milyon Suriyelinin sınırımıza yığılmasının engellenmesi konuları Suriye'de nasıl bir siyasi geçiş olacağını da belirleyecek. Meselenin özü değişmedi. İdlib'den çıkarılan Türkiye, üç bölgeden de çıkmaya zorlanır. Bu da kaçınılmaz olarak Avrupa'nın mülteci akını ile istikrarsızlaşması demek.
AB ile müzakereye devam edilmeli
AB liderlerinin atalet ve ihtilaftan sıyrılarak Rusya'nın Avrupa'yı baskılamasını önlemek için harekete geçmesi lazım. Yunanistan'ın insanlık dışı şiddeti Avrupa'yı koruyacak "kalkan" olamaz. Türkiye ile Gümrük Birliği'nin güncellemesinden yeni fonlara kadar uzanan geniş bir iş birliği çerçevesi kurulmalı. "Yeni bir başlangıç" en akıllıca seçenek. Ankara da AB ve ABD ile İdlib ve olası sonuçları üzerine müzakereleri, uzun ve sıkıcı da olsa, devam ettirmeli. Erdoğan'ın Brüksel seyahatinden sonra AB ile müzakerelerde mart ayında iki kritik tarih var: 17 Mart ve 26 Mart. Almanya Şansölyesi Merkel ve Fransa Cumhurbaşkanı Macron, 17 Mart'ta Türkiye'ye geliyor. Çantalarında nitelikli bir öneri paketi olmalı. Mülteci konusunu kısa vadeli bir yaklaşımla çözemezler. AB'nin uzun vadeli stratejik çıkarlarını (Rusya'nın dengelenmesi de dahil) da gözetecek bir çerçevede Erdoğan'la görüşmeye gelmeliler. İsterlerse Merkel ve Macron, 26 Mart'taki AB liderler zirvesinde de ağırlıklarını koyarak Türkiye ile yeni bir başlangıcı sağlayabilirler.
[Sabah, 14 Mart 2020]