Türkiye ve Rusya, Suriye iç savaşında farklı stratejik önceliklere sahip olsa da hayati iki aktöre dönüşmüş durumda. Geçtiğimiz hafta İstanbul'da Türkiye, Rusya, Fransa ve Almanya arasında gerçekleşen İstanbul zirvesi bunu kanıtlar nitelikte. İstanbul zirvesi sonuçlarından ziyade bu iki aktörün Suriye krizi içindeki hayati konumlarını göstermesi bakımından çok daha önemli. Zirve her ne kadar Türkiye'nin öncülüğü ve inisiyatifinde gerçekleşse de bunun nasıl mümkün olduğu sorusunun üzerinde daha fazla düşünülmesi gerekir. Zira 2016'da Türkiye'nin Suriye krizinde etkisinin kaybolduğu şeklindeki analizler yerini Türkiye'nin kilit ülkelerden biri olduğu şeklindeki analizlere bırakmış durumda. Türkiye'nin kilit bir ülke haline dönüşmesi birkaç faktörün bir araya gelmesiyle mümkün oldu. Bu faktörlerin başında Türkiye'nin Suriye krizine askeri olarak doğrudan dahil olması geliyor. Askeri olarak Türkiye ilk hamlesini Fırat Kalkanı Harekâtı ile gerçekleştirdi. Söz konusu harekat ile Türkiye sadece DEAŞ'ın tehdidini ortadan kaldırmakla kalmadı aynı zamanda PKK'nın gücünü daha fazla konsolide etmesinin de önüne geçti. Böylece askeri olarak Suriye sahasında başka inisiyatifler alabileceğini de gösterdi ve özellikle muhaliflerin askeri olarak yeniden organize olmasını mümkün kıldı. İkinci önemli hamlesi ise muhaliflerin son derece dağınık olduğu, rejim karşısında güç ve alan kaybettiği ve en önemlisi bölgesel ölçekte yalnız kaldığı bir dönemde desteğini muhaliflerden tam olarak çekmemesiydi. Fırat Kalkanı'ndaki başarı ve Rusya ile varılan uzlaşıyla birlikte Afrin'deki PKK temizliği Türkiye'nin kazanımlarını daha stratejik bir düzeyde pekiştirdi. Afrin harekâtı iki temel sonuç üretti: Birincisi PKK'nın Fırat'ın batısındaki varlığının sürdürülemez olduğunu göstermesi ve silahlı muhalefeti kendi kontrolünde organize etmesiydi. İkincisi ise Rusya ve ABD ile kendine has bir ilişki modeli kurmuş olmasıydı. Türkiye bir taraftan Astana süreci ile Suriye'deki konumunu pekiştirirken kendisini Rusya için kritik bir aktöre dönüştürdü. Öte yandan ABD ile PKK konusunda geri adım atmayan bir strateji izleyerek askeri seçenekleri sürekli masada tuttu. Böylece Suriye krizinde çözüm bağlamında Rusya için, Fırat'ın doğusunda ise PKK meselesinde ABD için kritik bir aktöre dönüştü. Bu strateji her iki aktörle de ilişkilerinde Türkiye'nin kazanım elde etmesini sağladı. Rusya ile Soçi uzlaşısı sonrasında İdlib sorununun çözülmesini sağlarken ABD ile Menbiç'ten PKK'nın çıkarılması ve bölgenin Türkiye, ABD ve yerel unsurlarla birlikte yönetilmesi sonucunu elde etti. En kritik hamlelerinden biri ise İdlib'de sorunun çözülmesi için askeri ve siyasi bir inisiyatif almasıydı. Böylece İdlib'de rejimin kapsamlı bir operasyon düzenlemesini engelledi ve yeni bir mülteci krizinin ortaya çıkmasının önüne geçti. Bu Türkiye'nin Suriye krizinde daha fazla öne çıkmasına ve en önemlisi de sorunun dış çevresinde yer alan aktörlerin gözünde konumunu pekiştirmesine neden oldu. Öte yandan İdlib'de radikal grupların elimineedilmesi için çok büyük bir sorumluluk alarak bölgedeki askeri konumunu pekiştirdi. İstanbul zirvesi tam da bu kazanımların somut bir çıktısı olarak gündeme geldi. Zirveye Almanya ve Fransa'nın dahil olmasıyla hem Astana görüşmeleri bağlamında ortaya çıkan çatışmasızlık bölgelerinin ve ateşkesin yeniden konsolide edilmesini sağladı hem de Berlin ve Paris'iMoskova karşısında konumlandırdı. Böylece İdlib anlaşmasında büyük fayda gören Fransa ve Almanya'nın anlaşmaya yönelik desteklerini pekiştirmiş oldu. Her ne kadar Rusya Devlet Başkanı Putin İdlib anlaşmasının geçici olduğunu sürekli tekrarlasa da İdlib'de varılan mutabakatı Suriye krizinin siyasi çözümü için bir model olarak uluslararasılaştırmış oldu. İstanbul zirvesinin hemen ardından ise planlı olsa da ABD ile Türkiye arasında Menbiç anlaşmasının pratiğe döküldüğünü gördük. Tam da bu sırada Türkiye'nin Fırat'ın doğusunda PKK mevzilerine yönelik askeri sinyali ortaya çıktı. Şimdi ise Türkiye ABD'nin PKK konusunda nasıl bir adım atacağını bekleyecek. Eğer ABD, PKK'ya yönelik mevcut stratejisinden vazgeçmez ise o zaman Türkiye'nin Fırat'ın doğusunda PKK'yı daha fazla hedef alması ve nihayetinde askeri bir angajmana girmesi büyük bir olasılık olarak ortaya çıkacak. İstanbul zirvesi henüz bir sonuç üretmemiş olabilir. Ancak Türkiye'nin bu zirveye nasıl geldiği zirvenin sonuçlarından çok daha önemli. Muhtemeldir ki Türkiye'nin sahadaki askeri varlığı,muhaliflerle olan sıkı ilişkisi ve Rusya-Avrupa-ABD arasında kurduğu bağlantıyı sahayabaşarılı bir şekilde yansıtabilmesi Suriye krizinin siyasi çözümünde Ankara'yı en önemliadreslerden birine dönüştürecek. Türkiye sahanın gerekliliklerini yerine getirdikçe jeopolitik oyunun da asli oyuncularından biri haline geliyor. Bunu devam ettirecek dengeli bir dış politika Türkiye'nin kazanımlarını daha fazla pekiştirecektir.
[Sabah, 3 Kasım 2018].